Armada ve kültürel koruma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Armada ve kültürel koruma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ağustos 2017

Görme Biçimleri, John Berger, Latife Tekin, ARTER, İki Yazarın Ortak Dili...

Armada'nın ilk yıllarıydı... Dünyaca ünlü şair, yazar, düşünür ve sanatçılardan İstanbul'a yolu düşenleri onur konuğu olarak ağırladığımız, kültür, sanat ve edebiyat toplantılarına büyük zevkle ev sahipliği yaptığımız yıllar...
Dostumuz Latife Tekin, bir gün İngiliz eleştirmen, romancı, belgesel ve senaryo yazarı ve ressam John Berger'in İstanbul'a geldiğini, kendisiyle de tanışmak istediğini söylemiş, Berger'in Armada'da konaklamasını istemişti.
Teras'ta diğer sanatçı ve dostlarla yenen toplu bir akşam yemeğinden de sonra herkes kendi yönünde yolculuğuna devam etmişti...
Berger'i 2 Ocak 2017'de yitirdik. Ardında her biri birbirinden önemli pek çok eseri ile.

Şu sıralar ARTER'de adını onun görsel kültür üzerinde çığır açıcı metinlerinden "Görme Biçimleri"nden alan serginin de artık son günleri... Kaçırmamalı...

Bu vesile ile onun "Şiirin Sanatı" kitabında Latife Tekin ile karşılaşmalarını anlatan şu bölümü Armada dostları ile paylaşmak istiyoruz.
Çeviri Gönül Çapan'ın... Yıl: 1998...
Kaynak: Pasaj69.orghttp://pasaj69.org/iki-yazarin-ortak-dili-cizim-john-berger-latife-tekin/


İki yazarın ortak dili: çizim (John Berger & Latife Tekin)


(…)
      Kısa bir süre önce İstanbul’dayken dostlarıma beni yazar Latife Tekin’le tanıştırmalarını rica ettim. Şehrin kenarındaki gecekondularda yaşanan hayatı anlattığı romanlarından yapılmış bir iki çeviri bölüm okumuştum. Okuduğum o kısa bölümler bile beni yazarın düşgücü ve özgünlüğü açısından son derece etkilemişti. Herhalde o da gecekondularda büyümüştü. Dostlarım yemekli bir toplantı düzenlediler. Latife geldi. Ben Türkçe konuşamadığım için, doğal olarak, çeviri önerilleri geldi. Latife benim yanımda oturuyordu. İçimden bir şey bana, “Boş verin çocuklar, biz aramıza anlaşırız sanıyorum.” dedirtti.       Önce kuşkuyla baktık birbirimize. Başka bir zamanda, başka bir yerde o otuz yaşlarında sürekli hırsızlık suçundan yakalanan genç bir kadın, bense o kadını sorguya çeken yaşlı bir polis memuru olabilirdim. Ama işte bu tek ömrümüzde, ikimiz de birer anlatıcıydık. Birbirinin dilinden tek sözcük anlamayan iki masalcı. Gözlemlerimiz, anlatım özelliklerimiz, Ezopça bir hüznümüz dışında hiçbir şeyimiz yoktu. Kuşku yerini çekingenliğe bıraktı.
Elime bir defter alıp kendi resmimi çizdim. Latife’nin kitabını okuyordum. Sonra kalemi Latife aldı ve kâğıda batmış bir vapur çizdi. İyi resim yapamadığını anlatmak istiyordu. Ben de kâğıdı ters çevirdim; vapur yüzmeye başladı. Latife bir desen daha çizdi. Resimlediği bütün vapurların battığını söylemek istiyordu. Ben denizin dibinde kuşlar olduğunu çizdim. O da gökyüzünde demir bir çapa yaptı. (Masadaki herkes gibi biz de rakı içiyorduk.) Latife, ondan sonra, bana şehrin eteklerine bir gece içinde yapılmış evleri belediyenin buldozerlerinin nasıl yerle bir ettiklerini anlattı. Ben de ona bir karavanda yaşayan yaşlı bir kadından söz ettim. Çizmeyi sürdürdükçe birbirimizi daha çabuk anlama başlamıştık. Sonunda kendi aceleciliğimize yine kendimiz gülmeye başladık. Anlattıklarımız acıklı ya da korkunç bile olsa biz gülüyorduk. Latife eline bir ceviz alıp iki böldü, uzattı –bir beynin iki yarısı demek istiyordu! Derken, biri Bektaşi müziği çalmaya başladı bütün konuklar da dans etmeye.

(…) 

03 Temmuz 2016

Adımızı Donanmasından Aldığımız Barbaros Hayrettin Paşa'nın Vasiyeti...


"Öldüğüm zaman beni denizin sesini duyacağım bir yere gömünüz!" diyen Barbaros Hayrettin Paşa, leventleri için yaptırdığı evlerin yeri için de denize ve donanmasının demirlediği yere en yakın bir noktayı; Ahırkapı'yı seçmişti...
Bizim adımız da işte vaktiyle o evlerin bulunduğu yerde ve onların restitüsyonu ile inşa edildiğimiz için, donanması da bu anıldığı için "Armada"!
Bkz: Armada Otel Binası

Armada Otel'in dış cephesinde, Heykeltraş Namık Denizhan'ın eseri Barbaros Hayrettin Paşa rölyefi...


Bugünkü gazetelerde aşağıdaki haberi görünce buradan da paylaşalım istedik:

Barbaros Hayrettin Paşa vasiyetinde tüm malvarlığını eğitime bağışlamış

Ölümünün üzerinden 470 yıl geçmesine rağmen dünyanın en çok bilinen denizcileri arasındaki yerini koruyan Barbaros Hayrettin Paşa'nın hayatını araştıran Dr. Nejat Tarakçı, paşanın vasiyetiyle ilgili olarak, "Bu saygın denizcinin vasiyetnamesi de en az yaşamı kadar ilgi çekicidir. Hayrettin Paşa, bütün malı, mülkü ve parasının eğitime harcanmasını vasiyet etmişti" dedi. "Öldüğüm zaman beni denizin sesini duyacağım bir yere gömünüz" vasiyeti nedeniyle Beşiktaş'taki türbeye gömülen Barbaros Hayrettin Paşa, deniz tüccarı, korsanlık, beylerbeyliği ve Kaptan-ı Deryalık yapmıştı.
Milliyet'ten Gökhan Karakaş'a konuşan Nejat Tarakçı'nın açıklamaları şöyle:

"Mükemmel yönetici"
“Her ulusun gurur ve övünç kaynağı olan kişiler vardır. Bizim için bunların başında Atatürk gelir. Biri de Barbaros Hayreddin Paşa. Osmanlı siyasetine damgasını vuran zeki ve ileri görüşlü Pargalı İbrahim tarafından İstanbul’a çağrıldı. Yedi dil bilen Barbaros Hayreddin Paşa, cahil bir korsan değildi. Cesur ve dayanıklıydı; mükemmel bir yönetici, olağanüstü bir stratejist ve yetenekli bir devlet adamıydı. Ancak Pargalı İbrahim Paşa’nın 1536’da öldürülmesinden sonra Barbaros divanda yalnız kaldı. 

"Parasının eğitime harcanmasını istedi" Yine de Kanuni’ye, deniz gücünün kara gücünden daha az önemli olmadığını kanıtladı. 27 Eylül 1538’de kazanılan Preveze Zaferi ise dünya denizcilik tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. Bu saygın denizcinin vasiyetnamesi de en az yaşamı kadar ilgi çekicidir. Hayrettin Paşa, bütün malı, mülkü ve parasının eğitime harcanmasını vasiyet etmişti Hayrettin Paşa’nın İstanbul’un çeşitli yerlerinde evleri, dükkanları vardı. Hepsini Beşiktaş meydanındaki medresesine gelir temin etmek üzere vakfetmişti. Medresesindeki herkese maaş bağlamıştı. Özellikle eğitim gören çocuklara, kütüphane memurlarına, medrese çalışanlarına 2-20 akçe arasında değişen maaşlar veriyordu.
Kaynak: T24


26 Şubat 2016

"Beyoğlu 1895 - Maria Pansa ile Zamana Yolculuk"

ZAMANA YOLCULUK:
"Beyoğlu 1895 - Maria Pansa ile Zamana Yolculuk"

25 Şubat, 2016, Perşembe günü, 1895'deki Beyoğlu'na bir "Zaman Yolculuğu" yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a, İtalyan Büyükelçisi olarak 1895 yılında gelen Alberto Pansa'nın eşi Maria Pansa'nın öyküsü etrafında biçimlendirilmiş bu uygulamalı tarih eğitiminde, vaktiyle Osmanlıların, Tepebaşı'nda onlara tahsis ettiği "Casa d'Italia"; İtalyan Büyükelçiliği binasında, büyükelçi ve eşini karşılama töreni canlandırıldı. İTA Okulları öğrencileri de okullarında Maria Pansa'nın yaptığı gibi bir sözlük hazırladı. 
Cecile Franchetti, Dr. Erboy, ITA Okulları

"Bridging Ages" Venedik, (Circolo Roma) Roma Derneği, İtalyan Kültür Merkezi (Casa d'Italia) ve İTA Okulları işbirliğiyle düzenlenen, Armada Otel'in de konaklama sponsoru olduğu "Zaman Yolculuğu - Beyoğlu 1895", o dönemde İtalyan Büyükelçilik binası olarak hizmet veren, şimdi içinde İtalyan Kültür Merkezi, Roma Derneği ve İtalyan Ticaret Odası'nı barındıran Tepebaşı'ndaki binada yapıldı. Venedik'teki Fahri Türk Konsolosluğu'nun ve Ca' Foscari Üniversitesi'nin de desteklediği etkinliğin koordinatörü Cecile Francetti. Amaç, öğrencilere tarih öğretirken Maria Pansa'nın anıları üzerinden 1895 İstanbul'unda Osmanlı yönetiminin yaklaşımı sayesinde çok kültürlülüğün ve Latinlerle iyi ilişkilerin, Osmanlı toplumuna getirdiği olumlu etkileri ve katkıları vurgulamak.
Saat 10.00 - 12.00 arasında ise, İTA Okulları öğrencileri tıpkı Maria Pansa'nın 121 yıl önce, kızlarının da yabancı bir dil öğrenmesi için yaptığı gibi temel kelimelerin yer aldığı resimli bir sözlük hazırladılar.
II. Abdülhamid'in Alberto Pansa'ya armağanı saat

Sultandan Maria ve Alberto Pansa'ya Armağanlar
Maria Pansa, anılarında şöyle yazmış: "İlk karşılamadan başlayarak, davet edildiğimiz her akşam yemeğinde kabul salonuna girmeden önce Sultan'dan bana bir mücevher armağan edilirdi. Bunların arasında (İtalyan Kraliçesi Margherita'nın adından gelen) adım, "papatya" demek olduğundan, yakut, zümrüt ve pırlantadan yaprakları olan kocaman bir papatya dalı biçimindeki broş da var. İstanbul'daki uzun ikametim boyunca Sultan, incili pırlantalı bir gerdanlık, at bindiğim için bir Arap atı, kendisi şerefine dokunmuş çeşitli ipek halılar da armağan etti. Aynı şey Alberto için de geçerliydi. Ona da sigara tabakaları, altın üzerine pırlanta kakmalı, zincirli, emaye bir saat armağan edildi. Hatta bu saati, görevimiz bittiği için biz İstanbul'dan ayrılırken Sultan kendi cebinden çıkarıp, Alberto'ya bizzat vermişti…"
Kaynak: Panizzi Kütüphanesi: 
http://goo.gl/xjPyXo .
Maria Pansa, Büyükelçi'nin eşi...
Editöre Not: "Zaman Yolculuğu" (TimeTravel), uluslararası "Çağlara Köprü" (Bridging Ages- bridgingages.com) kuruluşunun Venedik birimi ile Venedik'teki Ca' Foscari Üniversitesi'nin işbirliği ile geliştirilen yeni bir tarih öğretim yöntemi. Her "yolculuk"ta, seçilen bir tarihi zaman kesidi ve bir olay, bir senaryo çerçevesinde ve dönemin dekor ve kostümleri içinde olayın kahramanları tarafından "canlandırılıyor". Senaryoya katılacak öğrenciler ile bir ön hazırlık yapılıyor. Vurgulanan temel tarihi gerçeklerin doğru anlaşılması ve aktarılması için Senaryo öğrencilere verilirken, bulunulan ortamın seçilen tarihi olayla sıkı sıkıya ilgili olması ve öğrencilerin rollerini dönemin kostümleri içinde olması da çok önemseniyor.

22 Mart 2014

21 Mart 2014, Dünya Şiir Günü bildirisi Refik Durbaş'ın bir şiiri oldu!


2014 Dünya Şiir Günü Bildirisi’ni PEN Şiir Ödülü’ne değer görülen şair Refik Durbaş kaleme aldı. Refik Durbaş’ın kaleme aldığı bildiri de bir şiir oldu:

Kendisi de dahil hayata itirazdır.
Kendisine de karşıdır, itirazına da…
Savaşa karşı, ama kavganın yanında.
Barışa, özgürlüğe, vicdana taraftır.
Yolsuzluk, rüşvet yoktur defterinde.
Var oluşu baş eğmeyi reddinde.
Montaj, dublaj, kumpas bilmez.
Yazıldığı gibi yaşar anadilinde.
Edebiyatın isyankâr edepsizi,
Dünya halklarının ortak sesidir.
Düş ve gerçek, aşk ve karasevda
Bir de kendisi dışında her şeydir.
Şiir, şiirden başka bir şey değildir.

Refik Durbaş için ödül töreni ve şiir etkinliği 21 Mart Cuma 19.00-20.30 saatlerinde İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde (FKM) yapıldı. FKM Müdürü Bérénice Gulmann ile PEN Başkanı Tarık Günersel'in açış konuşmalarından sonra Guillaume Apollinaire, Helimişi Xasani'den ve Refik Durbaş’tan birkaç şiir okundu. Durbaş kaleme aldığı Dünya Şiir Günü Bildirisi’ni okudu ve kendisine ödül plaketi sunuldu. Ardından da Gonca Özmen ve Refik Durbaş'ın söyleşisi başladı.

UNESCO Dünya Şiir Günü mesajını da İrina Bokova kaleme almış:
Every year, UNESCO celebrates those who give life to poetry as one of the highest forms of linguistic and cultural expression. Poetry is a song of freedom, enabling us to affirm our identity through creation. Poetry is also the song of our deepest feelings; in the words of the Brazilian poet and diplomat João Cabral de Melo Neto, “even unintentionally, every word that comes from emotion is poetry”. Through its words and its rhythm, poetry gives shape to our dreams of peace, justice and dignity, and gives us the strength and desire to mobilize to make them real.
All peoples throughout history have developed and practiced forms of poetry, so as to pass on orally their knowledge, history and myths – the Vedas and Ramayana in India, the Hebrew Bible, the Iliad and the Odyssey in Greece and many other philosophical and religious texts – to express feelings, to talk about daily life, to withstand trials or to entertain. Today, contemporary forms of poetry, from graffiti to slam, enable young people to become engaged in the practice and renew it by opening the door to a new space for creation. The forms evolve, but the poetic impulse remains intact. Shakespeare described poetry as the music that each man carries inside himself and, centuries later, the jazz musician Herbie Hancock, UNESCO Goodwill Ambassador and 2014 Charles Eliot Norton Professor of Poetry at Harvard University, has recalled the affinities between poetry, literature and music in his lecture on “the wisdom of Miles Davis”.
As a deep expression of the human mind and as a universal art, poetry is a tool for dialogue and rapprochement. The dissemination of poetry helps to promote dialogue among cultures and understanding between peoples because it gives access to the authentic expression of a language. We see this in the inspiration of people celebrating intangible cultural heritage, mother tongues and cultural diversity, where poetry always plays a major role. That is why UNESCO encourages and calls for the support of authors and translators, the craftspeople of poetry, so that we might tap into the essence of beauty and inspiration for peace in their works.
Irina Bokova, Director-General of UNESCO - Message for the World Poetry Day


11 Eylül 2012

İstanbul Denizlerinin Yeni Klasiği: Armada Gezi Teknesi


İstanbul denizlerine ve şehrin muhteşem silüetine yaraşır yeni “Armada Gezi Teknesi”, size İstanbul Denizlerinde yaşayacağınız en konforlu ve en keyifli gezileri sunmaya hazır.



İstanbul'un eski, güzel, "tenezzüh" teknelerinden feyz alınarak geliştirilmiş şık tasarımı ve el yapımı olma özelliği ile şimdiden İstanbul klasikleri arasına giren Armada Gezi Teknesi, Armada servis kalitesi ve mutfağını da suya taşıyarak İstanbul Boğazı, Haliç ya da Adalar yönünde düzenleyeceğiniz özel ve kurumsal etkinliklerinize yepyeni bir soluk getirecek. Armada Gezi Teknesi ile İstanbul’u denizden yeniden keşfetmeye hazır mısınız?


Rezervasyon:
Funda Dağlı | fdagli@armadageziteknesi.com
0530 381 01 63
www.armadageziteknesi.com


06 Eylül 2012

İstanbul’u Yaşamak ve Yaşatmak...


İstanbul'un kültürel kimliğinin ve İstanbul tarzı yaşam öğelerinin araştırılması, aralarından bugün de yaşatılabilecek olanlarının bulunması ve çağdaş yorumlarla yarınlara aktarılması biçiminde özetlenebilecek “Sahiplenme, Koruma ve Yaşatma” politikası, kurum kültürümüzün temelini oluşturur.

Tarihi merkezin kalbindeki Armada Otel'i tanıdıkça İstanbul'u, İstanbul'u keşfettikçe Armada Otel'i daha iyi anlarsınız. Çünkü amacımız, yalnızca bir şehir oteli olmanın ötesinde, "İstanbul'u İstanbul yapan değerleri ve "İstanbul yaşam tarzını" araştırarak, yorumlayarak ve yeniden hayata geçirerek, özgün bir İstanbul’u size doyasıya yaşatmak...

20. yaşımız yaklaşırken, kurulduğumuz 1994 yılından bu güne kadar tamamladığımız çalışmaları bir araya getirerek siz saygı değer dostlarımızla paylaşmak istedik.

İstanbul’a duyduğumuz saygı, tutku ve aşkın birer yansıması olan bu çalışmalarda bizleri destekleyen tüm “İstanbulsever” dostlarımıza teşekkürlerimizi sunarız.

ARMADA: SAHİPLENİR. KORUR. YAŞATIR

Kurulduğu 1994'den bu güne kadar Armada eliyle gerçekleşen projeleri görmek için lütfen tıklayın!


29 Temmuz 2012

İstanbul'un Yeni "Tenezzüh Teknesi" Armada'dan....

Bugünkü Hürriyet Pazar'da, Gülden Aydın'ın kaleminden:


"...Kendini turizme, tarihi değerlerine korunmasına adamasıyla tanıdık Kasım Zoto’yu.İstanbul Ahırkapı’da sahip olduğu Armada Oteli’ndeki etkinliklerle bu amacını hayata geçirmek için de yıllardır uğraşıyor. Barbaros Hayrettin Paşa’nın leventleri için yaptırdığı harabeye dönmüş ahşap evleri restore ettirip 1994’te otele dönüştürmüştü. 
Zoto bu kez yeni projesiyle denizlere açılıyor: 20. yüzyıl başında ABD’de, Long Island’da yaşayan işadamlarını New York’a, Manhattan’a taşıyan ‘Commuter’ ya da ‘Centilmen Teknesi’ adlı teknenin bire bir kopyasını yaptırdı. Bu tekneleri Osmanlı döneminde Şirket-i Hayriye de ‘tenezzüh tekneleri’, ‘tenezzüh vapurları’ adıyla Boğaz’da yolcu taşımada kullanmıştı.
Zoto, İstanbul’un deniz trafiğinin karadaki trafik kadar çirkin olduğunu, karadaki curcunanın denize de taşındığını söylüyor. Rüküş gezi teknelerinin, şehrin ruhunu kaybettirdiğini düşünüyor. Sonuna kadar açılan müziklerine, led şeritlerle rengârenk aydınlatılmalarına, abartılı saltanat kayıklarına tahammül edemiyor. “Tam uygulanmasa da İstanbul’un kara siluetini korumak için birtakım çabalar var. Ama tuhaf bir şekilde deniz tarafı ihmal ediliyor. Bu tekne, Boğaz ve Haliç için. Boğaz’da böyle güzel tekneler görürsek bir başarı öyküsü olur” diyor."

Haberin devamı için lütfen tıklayın: Hürriyet
Bu teknenin kendi web sitesi de şurada: www.armadageziteknesi.com 

11 Eylül 1999

Alafranga Lokanta Hizmete Girdi


Armada'dan yüzyıl başı İstanbul'unda yaşanan "sentez" kültüre bir gönderme: "ALAFRANGA"





Sultan Abdülaziz’in 1863’teki “Uluslararası Sanayi Sergisi”ni ziyaret eden batılı konuklarla birlikte Sultanahmet’e de giren "alafranga mutfak", eski İstanbul kültürünü yaşatmaya çalışan Armada Otel’e esin kaynağı oldu. Armada, Sultanahmet, Keresteci Hakkı Sokakta, 1930 yapımı bir ahşap binayı onararak, “Alafranga" lokanta adıyla İstanbulluların hizmetine soktu.
 "ALAFRANGA" lokantanın ilk konukları, turizmci Akın Kuruner'in doğum gününü kutlamak için bir araya gelen dostları oldu… 

Resimde -soldan sağa- Kasım Zoto, Akın Kuruner, gazeteci yazar Vivet Kanetti, ressam Komet, Jennifer Sertel, ressam Ömer Uluç, Işıl Ipekçi ve Prof. Murat Sertel görülüyor... 
19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyıl başında kozmopolit Osmanlı mutfağı ile batı mutfaklarının karışımından örneklerin sunulacağı "Alafranga", sadece mutfağı ile değil, dekoruyla da dönemin kültür sentezinin izlerini yansıtıyor. 70 kişilik kapasiteye sahip "Alafranga"ya, yalnızca rezervasyonla gidilebiliyor.


ALAFRANGA
Yüzünü 19. yüzyılda batıya çeviren Osmanlı İmparatorluğu yerel kozmopolit kültürünü batı kültürleri ile birleştirerek "Alafranga" kültürünü ortaya çıkarmıştır. Bir sentez olan "Alafranga" kültürü, kendisini en çok mimarlıkta (konutta), giyim kuşamda, sanatta, eğlencede ve tabii ki, mutfakta göstermiştir. 
19. yüzyılın ikinci yarısında Pera Bölgesi'nde yeralan Apollon, Valaury ve Europe gibi lokantalar "Alafranga"ya öncülük etmiş ve arkasından Pera Palas'ın ve Tokatlıyan Oteli'nin lokantalarının açılması ile bu kültür pekişmiştir.
20. yüzyıl başı "Alafranga"nın altın dönemi olmuştur. Bu dönemde bu kültürün temsilcileri olarak ilk akla gelenler Abdullah Lokantası, Park Otel Lokantası, George Karpic Lokantası, "Şef Fontana Dönemi" ile Liman Lokantası, Turquise, Lebon, Markiz, Taksim Belediye Gazinosu, Kervansaray, Süreyya'dır. "Alafranga" lokantalarında, bazen, her ne kadar işletme sahibinin veya şeflerin şahsi kültürlerinin etkisi görülse de, genellikle bu sentez kültür baskın çıkmıştır. Aynı dönemlerde İstanbul'da yalnızca Fransız, Rus, Macar, Avusturya ve Alman mutfaklarının örneklerini sunanlar da vardır.
SULTANAHMET ve ALAFRANGA
Sultanahmet bölgesinin "Alafranga" ile tanışması, 1863'te Abdülaziz tarafından açılan "Sergi-i Umumi-i Osmaniye" yani ilk "Uluslararası Osmanlı Sanayi Sergisi" ile başlar. Sultanahmet meydanının ortasında Fransız mimar Burgois ve iç mimar Pervileé tarafından tasarlanan ve 3500 metrekare taban alanına oturan bu sergiyi daha cazip kılmak için, sergi etrafında eğlence yerleri ve lokantalar özendirilir. Sergi son derece başarılı olup beğeni toplar. Abdülaziz'in bile iki gün üstüste gelip sergiyi izlediği söylenir. Sergiyi kısa bir sürede, onbini yabancı olmak üzere yüz- yüzellibin kişi izler ve bu nedenle semtteki işletmeler bu vesile ile altın çağlarını yaşarlar. Kırkar kişilik gruplar halinde geldiği kaydedilen yabancı seyyah-işadamlarından dolayı da, aynı tarih ilk organize Türk turizm hareketi'nin de başlangıcı sayılır. Daha sonra bu başarılı sergi tekrarlanmak istenmiş ise de, çeşitli sebeplerden dolayı bir daha yapılamamıştır.
ARMADA ve "ALAFRANGA"
Armada "ALAFRANGA"nın şu anda içinde bulunduğu binanın, 1932 yılına kadar iki katlı işyeri olarak kayıtlı olmasından, bu konut bölgesinde bu tarzda başka kayıtlı bir işyerinin olmamasından ve sözlü bilgilerden dolayı, o dönemdeki bir Pera Alafranga Lokantası'nın bu sergi için özel izinle kurulmuş bir şubesi ("succursale") olması muhtemeldir. Armada'nın "ALAFRANGA" Lokantası, yüzyıl başı İstanbul'unda yaşanmış olan bu sentez mutfağa ve tarza bir atıftır…

07 Mayıs 1997

Armada Bahçesi Kudsi Erguner ile Açıldı...


Eski İstanbul bahçe kültürünü canlandırmak amacıyla düzenlenen "Armada Bahçesi", 5 Mayıs '97, Pazartesi gecesi Ahırkapı Sokakta Hıdrellez eğlenceleri ve Bahçede Kudsi Erguner ve ekibinin İstanbul Rembetikoları konseri ile açİldİ.

Ahırkapı Sokakta, Armada Otel'in seyyar satıcı tezgahlarından esinlenerek yapılmış arabalarında, eski İstanbulda bir "İlkyaz Bayramı" olarak kutlanan Hıdrellez geleneğine uygun olarak hazırlanmış yiyecekler ve çeşitli içecekler ikram edildi. Davul zurna eşliğinde, bazı konuklar ve mahalle halkı tıpkı eski hıdrellezlerde olduğu gibi ateş üzerinden atladı, dileklerini simgeleyen kırmızı bezleri gül ağaçlarına iliştirdi.

Daha sonra, Armada Bahçesinde Kudsi Erguner konserine geçildi. Solistler Melihat İçli ve Yusuf Bilgin'in de katılımıyla verilen konserde eski İstanbulda söylenen "Rembetiko" parçaları Türkçe ve Rumca olarak seslendirildi. 

* * * *
KUDSİ ERGUNER
İSTANBUL REMBETİKOSU KONSERİ 
(5 Mayıs 1997- Armada BAHÇESİ Açılışı)
__________________________________________________
Kudsi Erguner - Ney  /  Necib Gülses - Tanbur  /   Demir Karabaş-Keman  / Şükrü Kabacİ-Klarnet  /  Hakan Güngör-Kanun  /  Mehmet Bitmez - Ud/ 
Mirza Başar-Buzuki  /   Doğan Hoşses - Def  /  
Yusuf Bilgin - Solist   / Melihat Gülses - Solist 
Program: 
Karabiberim / Mestesroli Stastenma
Uşşak Sirto
Gemilerde Talim Var / Pali methizmenos ime ego vasena simera an Kalyopaki mu
Yedikule / Pente htonia dhikasmenos mesa sto Yedikule
Entarisi Ala Benziyor / Dhimitrula mu theicapopse na merhiso keme senane meraklu mu..
Adalar Sahili / Matya mu, Matya mu, ton ematyon mu Matya
Karciğar Sirto
Makber
Darıldın mı cicim bana / Htes to vradhi haraklaki ihes vali torgonaki , Ke glenruses mena alanİ kato sto Paşa Liman
Mavili 
REMBETİKO (*)
Özellikle liman şehirlerinde doğan çağdaş halk türkülerinin (="Rembetiko") bazılarında basit bir armoni görülür. 20. Yüzyıl başlarında Türkiye'den Yunanistan'a göç etmiş olan Rumlar, Yunanistan'da daha önce varolan ancak daha sonra bir kenara itilen "REMBETİKO" kültürüne yeni bir canlılık getirmişlerdir. Bu müzik son yıllara kadar terk edilmiş bir alt kültür olarak yaşamını sürdürmüş ve sonraları, tekrar moda olduğunda, gittikçe armonize edilerek "Moda" yapısından uzaklaşmış; Türk ve eski Yunan müziğinin ortak yapısı olan "Makam" geleneğinden kopmuş, Zeibetiko (Zeybetiko), Khassapiko (Kasabiko), Tsiftetelli (Çiftetelli), Khassaposerviko gibi isimlerle tavernalarda buzuki ve gitarlarla çalınan Yunan folkloru şekline dönüşmüştür. 60'lı yıllardan sonra tekrar güncellik kazanan bu müzik, ilk göçmen neslinin gittikçe kaybolması nedeniyle, ancak eski taş plaklardan dinlenebilen bir nostalji olarak kalmıştır. Yunanistan'da makam geleneği içinde yetişmiş müzisyen olmadığından, bu müziği otantik şekli ile dinlemeye imkan yoktur ve Yunanlıların "AMANİDES", Türklerin "GAZEL" dediği serbest okuyuş şekli, Yunanistan'da tamamiyle kaybolmuş durumdadır. Diğer yandan arşivler tetkik edildiğinde eserlerin çoğunun Türkiye'de, son yIllara kadar Türkçe sözlerle aynı melodiler üzerinde okunmakta olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle Türk sanatçıları bir araya getirerek, arşivlerdeki kayıtlardan elde edilen repertuarı, Yunanca ve Türkçe sözlerle okumaları projesi gerçekleştirilmiştir. Bu gece, Armada BAHÇESİ'nde İstanbul Rembetikolarını, hem Türkçe hem Rumca çalıp söyleyeceğiz... / 5 Mayıs 1997 / İstanbul / Kudsi Erguner 
(*) Literatürde tartışılmakla birlikte "Rembetiko" yazılıp, "Rebetiko" okunur.
* * * * * * * * * 
KUDSİ ERGUNER 

Dedesi Süleyman Erguner ve babası Ulvi Erguner'in sanatı olan neyzenliği devam ettiren Kudsi Erguner, liseyi bitirdikten sonra bir süre İstanbul Radyosu'nda neyzen olarak çalıştı ve 1972'de Paris'te mimarlık öğrenimine başladı. Bu arada müzikoloji eğitimi gördü ve her iki dalda da doktora yaptı. Türk ve Ortadoğu müziklerinin yanısıra Hindistan, Pakistan ve birçok Asya ülkesinde araştırmalar yaptı. Uzun yıllar Fransız radyosu müzik yayınlarında prodüktör olarak çalıştı ve tüm dünyanın geleneksel müziklerini yayınladı. Avrupa'nın birçok kentinde, Amerika ve Japonya'da verdiği konserlerle neyi ve Türk Tasavvuf müziğini bütün dünyaya tanıttı; neye ve Türk müziğine evrensel bir boyut kazandırdı. İstanbul'un kendine özgü müzik kültürünün tüm dallarında yaptığı araştırmaları hem konser, hem de plak olarak sundu. Kurduğu İstanbul Mevlevi Heyeti ile İstanbul'da gelişen Mevlevi kültürünü, İstanbul Hanımları Grubu ile harem müziğini, Fasİl Topluluğu ile geleneksel saray müziğini, Türk Çigan Grubu ile Balkanlar'da ve İstanbul'da gelişmiş geleneksel müziği, İstanbul Müezzinleri ile dini müziği, kardeşi neyzen Süleyman Erguner ile birlikte kurduğu grup ile de enstrümantal Türk müziğini dünyanın çeşitli büyük festivallerinde tanıttı. Avrupa ve Japonya'nın birçok büyük firması için 40'dan fazla CD doldurdu. Kudsi Erguner ünlü yapımcı Peter Brook'un iki filmi ile Mahabharata adlı piyesin müziğini yaptı; Marco Ferreri ve Scorsese gibi yapımcıların filmlerine, Franco Battlato'nun Genesis adlı operasına müziğiyle katkıda bulundu. Mehmet Ulusoy'un sahneye koyduğu Ortadirek adlı oyunun ve ünlü dansçı Carolyn Carlson'un bir balesinin müziklerini hazırladı. Peter Gabriel'in iki albümünde besteleri olan Kudsi Erguner, Didier Lockwood ve Jean Marc Padovanni gibi cazcılarla çalıştı. George Aperghis ile birlikte bir film ve tiyatro müziği gerçekleştirdi. Lille Festivali'nin sanat danışmanlığını yaptı.

* * * * * * * * * 



Niçin Hıdrellez?


Armada Otel, Armada BAHÇESİ'nin açılışını planlarken, daveti "İlkyaz Bayramı" yapılan, 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan geceye denk düşürmeye özen gösterdi. Eski aylardan Hızır'ın 1. gününe kadar süren bu bayramı eskiler bilir, " Hızır İlyas", "Hıdrellez" derdi... Ama “yeni” kuşaklar için, İstanbul Ansiklopedisi'nin  bu konuyla ilgili maddesine bir göz atalım:

"... Eski İstanbul'da ilkyaz ve seyran bayramı sayılan hıdrelleze ilgi çok fazlaydı. Bir hafta önce akrabalara davetnameler gönderilerek Hıdrellez hazırlıkları başlardı. Yaprak sarması, döküntülü irmik helvası, kuzulu pirinç pilavı hazırlanarak .... mesire yerlerine gidilir, Hıdrellez eğlenceleri sabahtan akşama geç vakitlere kadar sürerdi. Hıdrellez kutlamalarında gül ağacı, yeşil bitkiler, ağaçlar ve su motiflerinin kullanıldığı görülmektedir. ... Eski İstanbul'da hıdrellezde yapılan geleneksel uygulamalar sağlık ve şifa, mal - mülk, bereket ve bolluk, kısmet ve şans talebine yönelik olarak gruplandırılabilir... Hıdrellez sabahı bir gül dalına yemeni, gömlek, mendil gibi eşyalardan biri asılır ve ertesi gün bunlar giyilir/... Hıdrellez sabahı, eski hasır parçalarından yakılan ateş üzerinden herkes üç defa dilek dileyerek atlar... Mal - Mülk ve Servet Talebine Yönelik olarak:  Gül dalına, .. bir kese içinde para bağlanır. Hıdrellez sabahı gün doğmadan para... alınır ve cüzdana konursa paranın bir yıl boyunca eksilmeyeceğine inanılır. / ... ev sahibi olmak isteyenler, ... gül dibine hamurdan ya da çöpten ev maketi yaparlar. /... Hıdrellez sabahı gün doğmadan, evlerin kapı ve pencereleri 'Hızır'ın bereketi'nin girmesi için açık bırakılır... / Gül dalına gümüş kuruşlar, çeyrekler... asılır. / Hıdrellezgünü başına 'Arzuhal sundum deryaya, derya da sunsun Mevlaya', altına da dilek yazılarak, denize dilekçe verilir. 

Gördüğünüz gibi, enflasyon, çevre kirliliği, kişisel, endüstriyel, ulusal ve uluslararası ilişkiler... , her derde deva  bir bayram... Niçin yeniden canlanmasın? Bu vesile ile -tıpkı ilk açılışımızda olduğu gibi- Armada BAHÇESİ'ni varlığı ile onurlandıran, Kudsi Erguner'e içten teşekkürle... 
ARMADA AİLESİ

06 Haziran 1996

Darphane'deki Panayır Yeri ve Kahvesinde Eski İstanbul Eğlencesi


(Haziran 1966)

“Panayır Kahvesi”, 7 Haziran Cuma akşamı, saat 19.30’dan itibaren, hokkabaz, ateş yiyici, cazbant ve benzeri eski İstanbul eğlence tiplerinin canlandırıldığı bir kokteyl ile basına ve turizm acentelerine tanıtılıyor.
Bu mekânda, turizm acenteleri ya da kurum ve kuruluşlar önceden talepte bulunduklarında, özel gruplar için hokkabaz, ateş yiyici, cazbant, sihirbaz, falcı, eski İstanbul giysileri ile fotoğraf çekilebilen “İstanbul Hatırası” köşesi, seyyar satıcılar, fasıl heyeti, rembetiko grubu ve benzeri eski İstanbul eğlenceleri canlandırılabiliyor. Armada Otel, 7 Haziran’da, bir kokteyl ile böyle bir geceyi canlandırdı.

Armada’nın yöneticisi, Kasım Zoto, konu ile ilgili olarak şöyle dedi:
Topkapı Sarayı Eski Darphane binası avlusunda yer alan “Panayır Yeri”nde, yüzyıl başı İstanbul’unda halkın tükettiği yiyecek ve içecek çeşitlerinden örnekler sunuyoruz.. Amacımız, Tarih Vakfı’nın olağanüstü ilgi çeken ve hakkıyla gezmesi en az üç dört saat alan sergilerinden sonra yorulanları, ilgisiz bir atmosfer yerine, olaya anlam katan bir mekânda dinlendirebilmekti. Bu kahvede, yüz kişilik eski kahvelerde kullanılan ve “ıstranca iskemlesi” denen tahta iskemle ve masalar var. İki - üçyüz kişi de ayakta yemek yiyebiliyor. Bazı yiyecekleri sokak tezgahlarında, “nohutlu pilavcı, “poğaçacı/börekçi” gibi bazılarını “seyyar” arabalarımızdan servise sunuyoruz.. Tatlı ve meşrubat arabalarına şambaba, koz helva, gibi unutulmaya yüz tutan eski İstanbul lezzetleri koyduk. Geleneksel “şerbetçi”ler, şerbet ve naneli limonata satıyor.. Bu arada ayaksız küçük su bardaklarından fıçı şarap da unutulmadı. Amacımız, HABITAT bittikten sonra da, Armada Otel’in yanısıra, “Panayır Kahvesi” ile, İstanbullu’lara ve turist gruplarına hizmet vermeye devam etmek..
__________________________

29 Mayıs 1996

Armada'da HAT ve HABITAT


Eski İstanbul yaşam kültürünü çağdaş yorumlarla değerlendirip, yarınlara aktarmak için çaba gösteren Armada Otel’de, HABITAT II süresince açık olacak bir "Hat ve Ebru" sergisi açılıyor. Prof. Dr. Ali Alparslan, Y.Mimar Ali Toy, Ali Rıza Özcan, Tahsin Kurt’un hat, Fuat Başar’ın ebrularının yer aldığı sergi, 30 Mayıs 1996, Perşembe günü, saat 18.00’de açılacak ve 20 Haziran’a kadar devam edecek..
"Hat" sanatının geleneksel eğitimi "Hoca ve öğrenci" ilişkisi biçiminde yaklaşık onbeş yıl sürebiliyor ve "diploma" "hoca icazeti" biçiminde veriliyor. Nitekim sergide eserleri bulunan, yurt içi ve yurt dışında birçok sergiye katılıp, uluslararası yarışmalarda beş ödül alan, talik, divani, rika hatları yazan Y.Mimar Ali Toy da, "icazet"ini, Prof. Dr. Ali Hicaz'dan almış..