Armada etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Armada etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2017

Armada Otel'de 2018 Yılbaşı Programları

Bu yılbaşı Armada Otel’de 2 seçenek var. Armada Teras’ta, İstanbul’un gece manzarası ve DJ’li müzik eşliğinde romantik bir akşam yemeği ya da Armada Salon’da coşkulu ve Rembetikolu bir eğlence… Her iki seçenek için de Gala Programı'nın başlangıç ve bitiş saatleri şöyle:

31 Aralık, 2017, Saat: 21.00 - 1 Ocak 2018, Saat: 02.00

Armada Teras'ta DJ Müzikli Yılbaşı Yemeği Menüsü



Soğuk Başlangıçlar: Çerkes Tavuğu, Fava, Zeytinyağlı Dolma, Fasulye Pilaki, Haydari, Rus Salatası, Patlıcan Şakşuka, Beyaz Peynir.
Sıcak Başlangıçlar: Peynirli Muska Böreği, Ispanaklı Sigara Böreği, Minik Köfte, Etli Pazı Dolması.
Ana Yemek: Geleneksel Yılbaşı Hindisi; Portakal sosu ve İç Pilav eşliğinde.
Mevsim Salatası
Tatlı ve Mevsim Meyveleri Büfesi
Gece Sonu İkramı: İşkembe Çorbası
Limitsiz Yerli İçkiler ve Yeni Yıl Şampanyası

Fiyat: 175.- TL / 1 kişi

Armada Salon'da Rembetiko'lu Yılbaşı Eğlencesi Menüsü



Soğuk Başlangıçlar: Zeytinyağlı Yaprak Sarma, Çerkes Tavuğu, Fasulye Pilaki, Tarama, Pancar, Beyaz Peynir, Haydari, Marine Kırmızı Biber, Rus Salatası.
Sıcak Mezeler: Arnavut Ciğeri, Mücver, Peynirli Muska Böreği, Ispanaklı Sigara Böreği, Kalamar.
Ana Yemek: Geleneksel Yılbaşı Hindisi; Portakal sos ve İç Pilav eşliğinde.
Armada’nın meşhur Kabak Tatlısı ve Mevsim Meyveleri
Gece Sonu İkramı: İşkembe Çorbası
Limitsiz Yerli İçkiler ve Yeni Yıl Şampanyası

Fiyat: 270.- TL / 1 kişi


Yatılı ve Kahvaltılı Yılbaşı


Yılbaşı eğlence programlarımızdan birine katılıp, geceyi de rahat rahat Armada Otel’de geçirmek isteyen konuklarımız için, ertesi sabah sunulacak açık büfe kahvaltı dahil, çift kişilik odada konaklama fiyatımız 300.- TL’dır.


İletişim ve Rezervasyon:
etkinlik@armadahotel.com.tr | Ziyafet Satış Ekibi: 0212 455 44 55

Tüm fiyatlara KDV dahildir.

03 Temmuz 2016

Adımızı Donanmasından Aldığımız Barbaros Hayrettin Paşa'nın Vasiyeti...


"Öldüğüm zaman beni denizin sesini duyacağım bir yere gömünüz!" diyen Barbaros Hayrettin Paşa, leventleri için yaptırdığı evlerin yeri için de denize ve donanmasının demirlediği yere en yakın bir noktayı; Ahırkapı'yı seçmişti...
Bizim adımız da işte vaktiyle o evlerin bulunduğu yerde ve onların restitüsyonu ile inşa edildiğimiz için, donanması da bu anıldığı için "Armada"!
Bkz: Armada Otel Binası

Armada Otel'in dış cephesinde, Heykeltraş Namık Denizhan'ın eseri Barbaros Hayrettin Paşa rölyefi...


Bugünkü gazetelerde aşağıdaki haberi görünce buradan da paylaşalım istedik:

Barbaros Hayrettin Paşa vasiyetinde tüm malvarlığını eğitime bağışlamış

Ölümünün üzerinden 470 yıl geçmesine rağmen dünyanın en çok bilinen denizcileri arasındaki yerini koruyan Barbaros Hayrettin Paşa'nın hayatını araştıran Dr. Nejat Tarakçı, paşanın vasiyetiyle ilgili olarak, "Bu saygın denizcinin vasiyetnamesi de en az yaşamı kadar ilgi çekicidir. Hayrettin Paşa, bütün malı, mülkü ve parasının eğitime harcanmasını vasiyet etmişti" dedi. "Öldüğüm zaman beni denizin sesini duyacağım bir yere gömünüz" vasiyeti nedeniyle Beşiktaş'taki türbeye gömülen Barbaros Hayrettin Paşa, deniz tüccarı, korsanlık, beylerbeyliği ve Kaptan-ı Deryalık yapmıştı.
Milliyet'ten Gökhan Karakaş'a konuşan Nejat Tarakçı'nın açıklamaları şöyle:

"Mükemmel yönetici"
“Her ulusun gurur ve övünç kaynağı olan kişiler vardır. Bizim için bunların başında Atatürk gelir. Biri de Barbaros Hayreddin Paşa. Osmanlı siyasetine damgasını vuran zeki ve ileri görüşlü Pargalı İbrahim tarafından İstanbul’a çağrıldı. Yedi dil bilen Barbaros Hayreddin Paşa, cahil bir korsan değildi. Cesur ve dayanıklıydı; mükemmel bir yönetici, olağanüstü bir stratejist ve yetenekli bir devlet adamıydı. Ancak Pargalı İbrahim Paşa’nın 1536’da öldürülmesinden sonra Barbaros divanda yalnız kaldı. 

"Parasının eğitime harcanmasını istedi" Yine de Kanuni’ye, deniz gücünün kara gücünden daha az önemli olmadığını kanıtladı. 27 Eylül 1538’de kazanılan Preveze Zaferi ise dünya denizcilik tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. Bu saygın denizcinin vasiyetnamesi de en az yaşamı kadar ilgi çekicidir. Hayrettin Paşa, bütün malı, mülkü ve parasının eğitime harcanmasını vasiyet etmişti Hayrettin Paşa’nın İstanbul’un çeşitli yerlerinde evleri, dükkanları vardı. Hepsini Beşiktaş meydanındaki medresesine gelir temin etmek üzere vakfetmişti. Medresesindeki herkese maaş bağlamıştı. Özellikle eğitim gören çocuklara, kütüphane memurlarına, medrese çalışanlarına 2-20 akçe arasında değişen maaşlar veriyordu.
Kaynak: T24


23 Mart 2016

Eski İstanbullular, ilkbahar aylarında neler yerdi? Sema Temizkan ile söyleşi...

Her Çarşamba akşamı sunduğumuz, "İstanbul Bahar Sofraları" menüsü için danışmanlık veren Sema Temizkan ile söyleşi...

Sayın Temizkan, kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Mutfağa ve yemek kültürüne olan ilginiz nasıl başladı? Bu konuda ailenizden sizi en çok kim ve nasıl etkiledi?​
  İstanbul'da doğdum. Oldukça geniş bir ailede büyüdüm. Ailemiz, farklı kültürleri  taşıyan insanların hep bir arada olduğu ve sofra muhabbetlerini çok seven bir aileydi.
Sema Temizkan
  Babaannem ve büyükbabam, Yanya- Kavala mübadili idi. Büyükbabamın sofrası daha ziyade Balkan kültürünü yansıtırdı. Buna karşılık anneannem, İstanbul'da doğup büyümüş bir Rum hanımıydı. Onun sofrası da taşıdığı kültürü yansıtıyordu.  Annemin ikinci eşi, Macar asıllı idi. Anneannemin diğer damatları ise, Yahudi, Güneydoğu ve Ege kökenli eniştelerdi... Bu geniş ailede güne başlanırken, önemli soru; "bu gün ne pişirsek acaba?" idi. Bu soru, günün devamında bir kaç kez  daha sorulmadan edilemezdi. Taşıdıkları kültürün yanı sıra, yemek yapmasını da çok seven akrabaların arasında, yemeğe ve lezzete ilgi duymamak her halde imkansızdı!  Hele bunlar, bir de lezzeti ön planda tutan, yemeğe ve lezzete adeta kara sevda duyan akrabalarsa...
Öyle ki mayonezli levreğin veya Rus salatasının mayonez kıvamı tutmamışsa şayet, anneannemin hemen baş ağrısı nükseder, o meşhur "çatkısını" başına sıkıca bağlar, şiddetli olmasa da yine bir kriz yaşanırdı. Böyle durumlardan çok etkilenirdim. 
Bütün lezzet büyücüleri bizim ailede toplanmıştı sanki! Ailenin küçük damadı olan güneyli eniştemiz, et yemeklerini mangalda da tencerede de pişirse farketmez, hep parmaklarımızı yedirten cinsinden yemekler yapardı.
Ortanca eniştemiz, Ege, özellikle Balıkesir dolaylarının, ailedeki en büyük lezzet ustasıydı. Anneme gelecek olursak, tam bir şekerleme ve reçel ustasıydı kendisi!  Eğer öyle olmasaymış, Markiz, Lebon, Nisuaz, İnci pastanelerinin şekerleme bölümünde çalışması asla mümkün değilmiş o yıllarda (1947-1953).
Bir kaç sokak ötemizde oturan ve çok sevdiği kocasının kültürüne ait özel sofraları, en az onlar kadar bilerek kuran büyük teyzemin, Yahudi asıllı eşi sayesinde, cuma akşamları kaç "Şabat" sofralarına davet edilip gittik, kimbilir?
Bir de "Karçi Baçi”miz vardı ailemizde... -Ne şansmış bizdeki de!- annemin ikinci eşinin, kardeşten öte arkadaşı Karçi Baçi ve ailesi, "İkinci Vatan" dedikleri ülkemize yerleşene kadar, bir çok ülkeye gidip yer yurt edinmek üzere epey bir macera yaşamış. "Baçi", Macar'cada “amca” demek. Ona böyle hitabımıza uygun, gerçek amcamız gibiydi Karçi Baçi… Ayrıca “Avrupa Mutfağı” konusunda eğitim almış, okullu bir mutfak şefiydi. Ülkemizde önce T.B.M.M'de aşçılık yapmış, sonra İstanbul'a gelerek, o yılların meşhuru "Fischer Restoran”ında mutfak şefi olarak işe başlamış. Bizler yetişkin olana kadar da devam etmişti bu çalışma... Macar yemekleri ve diğer bir çok Avrupa ülkesinin yemek kültürünü onun sayesinde sofralarda hep yaşadık.
Bir de bizimkiler, (anne-baba) yollarını ayırdıklarında, hayatıma giren "Nevriye Anne" vardı ki yaptıkları ne lezzetli "Muhacır" yemekleriydi. Nevriye Anne de o yıllarda (1958-1963) Mecidiyeköy'de Polis İbrahim'in “Düğün Salonu”ndaki yemekli düğünlere, aldığı siparişler doğrultusunda evinde yemek yapar, yollardı, Bütün bu tanıklıklar oldukça etkilemiştir beni... Fakat en çok, bizim Tyopula, (anneannem!)  yani Makbule Hanım çok  etkiledi, ne yalan söyleyeyim? Ne sevgiydi mübarek, ne yemek sevdasıydı onunkisi! Oturduğumuz ev, Balıkpazarı'na çok yakındı, sabah saatlerinde sebze, öğleden sonra balık, akşamüstü saatlerinde de ekmek almaya giderdi. Pazar esnafıyla kırk yıl haşır neşir olduktan sonra, taze ve iyileri ne zaman alacağı konusunda dostluğa dayalı bir işbirliğiydi onlarınki. Her gün değişik bir ana yemek, taze meze çeşitleri ve yine değişik salata çeşitleri, sonuç olarak da tablo gibi görünen akşam sofraları...
Istanbul’un zengin yemek kültürü bugün gereği gibi yaşatılıyor mu sizce?
Açık sözlü olmak gerekirse, bir kaç yerin dışında bu konuda pek kaygı duyan yok.
Armada Otel “İstanbul Mutfağı” ve “Bahar Sofrası” projesinde işbirliği yapmak için sizi aradığında ne düşündünüz?
Doğrusu çok heyecanlandım. Zaten yemek kültürü açısından çok güvendiğim bir yerdi. Böyle bir projede işbirliği önerisi, yemek kültürümüzün yaşatılması açısından derin, bir o kadar da ferahlatıcı bir nefes aldırdı. Ayrıca onur duydum...
İstanbul'un kozmopolit mutfağında mevsimlerin rolü neydi? Şimdi olduğu gibi 12 ay bulunabiliyor muydu her tür sebze, meyva ve ot? Hatta etler, balıklar? 
Lezzetin sırrı, bu soruda saklı! Doğanın dengesine inanç büyüktü. Toplum olarak bu dengeye saygı duyarak beklenirdi sebzeler meyveler...
Lezzetli bir "karnıyarık" için, mayıs ayının ortalarına kadar patlıcan sabırla beklenirdi. İlkbaharın gelenekselliğini pekiştiren, o meşhur "Kuzu Sarması" için ne özlemler duyulurdu. Kıvamında pişmiş zeytinyağlı lahana dolması ve o minvalde pırasa pişirmek için de sonbahar beklenirdi.
O meşhur, "Ferasetsiz Fasulye" yani, "ayşekadın" için, Uludağ'da karların erimesi,  bu erimeden oluşan suyun, toprağı sulaması, ve güneşin iyice ısıtması beklenirdi. Şimdi  artık nerdeyse yok olan, o meşhur "Beykoz Kalkanı,"  balık olarak  arz-ı endam ederdi sofralarda... Evet şimdi 12 ay boyunca sebzelerin meyvelerin hepsi mevcut, ama sadece mevcut! Tat dediğimiz durum ise maalesef...
Burada değinmeden edemeyeceğim, yine de yaz aylarında, yerel semt pazarlarında “domates gibi domates”ler bulunabiliyor. Sonbahar ıspanağının da lezzeti bir başka oluyor...
​Bahar mevsiminde en çok neler öne çıkar, neler pişirilirdi?
Ön müjdeci yemek olarak, zeytinyağlı, dereotlu  "sakız bakla" pişerdi evlerde. 
  Kuzu sarmasının kendisi bahardı sanki, dereotu, taze nane, maydanoz, taze soğanlar da  hallerinden memnun gibiydiler! -verdikleri lezzetten ötürü öyle düşünürdüm.- Bir de turfanda salatalık çıktığında yapılan cacık, bahar bahar kokardı. "Topatan" diye bir kavun cinsi vardı, kokusu deyim yerindeyse yedi mahalle öteye yayılırdı. Vakti yok gibiydi, bir ay zor durur hemen yok olurdu ortalıktan. Kabak da erkenden gelen, yaz bitene kadar da bizi terk etmeyen sebzemizdi. Kabak dolması ve kabak içinden yapılan o cânım mücver, aynı anda sofraya gelen ikili bahar lezzetlerinden olurdu sofralarda.
Çocuklar olarak, çekirdeğinin olmasına sabrımız kalmazdı "can eriği" için.. dallarda göründüğü anda koparılıp yenirdi.
Oldukça ilginç ve verimli bir floraya sahip olan İstanbul'da, baharın nimetleri iyice ortalığa serilince, kuzukulağı, ballı baba gibi otların canlılığına dayanılamaz, hemen koparılıp yenirdi.  Zavallı midelerimiz; bu ekşi- tatlı karışmasına isyan ederdi bazen. Anneannem, kırlardan bahçelerden topladığı "radika”dan "bol ekşili salata” yapardı. Yine kırlardan toplanmış "ebegümeci" otlarından bol soğanla yapılan “kavurma”yı da mutlaka pişirirdi. Onlarla birlikte, limon sıkıp tuzlayıp yediğimiz "Yedikule Marulu" bir araya gelince, nelere şifa olmuşlardır kim bilir? Ayrıca Bayrampaşa'nın enginarı, Anadoluhisarı'nın patlıcanı, Langa bostanlarının hıyarı - domatesi, Arnavutköy'ün çileği, Mecidiyeköyü'nün dutu, en güzel tatlarıyla bitmeyen baharları yaşatırlardı...
Bir eski İstanbullu ve yemek uzmanı olarak, Armada mutfağını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizimle işbirliği içinde olmanızda bunun da rolü var mı?
Olmaz mı? İsmi ile müsemma zaten, "Armada İstanbul!"
Kentlerin kraliçesi İstanbul'un kalbi olmuş Tarihi Yarımada'da olması büyük bir şans. Yatay binası ile buranın siluetine ve dokusuna saygıyla yaklaşan bir yapı üstelik. Bu özellikler arasında da İstanbul Mutfağından başka bir mutfak düşlenemiyor zaten. Armada da bu düşü bir kabusa dönüştürmüyor… Burada İstanbul yaşanırken, aynı zamanda damak tadı da ziyadesiyle yaşanıyor.
  Armada ile işbirliği içinde olmak, beni hem onurlandırdı, hem de bazı İstanbul tatlarının yeniden hayat bulması konusunda çok sevindirdi.
İstanbul Bahar Sofrası menümüz için önerdiğiniz “Pırasa Köftesi” ile “Kuzu Sarma”nın tarifini bizimle paylaşır mısınız?
Hay hay!
Kuzu Sarması
Kış günleri geride kaldıkça, doğanın canlanmasının yanı sıra, evlerde de bahar hareketliliği başlardı… Baharın gelmesi, öylesine geçiştirilecek bir durum değildi. Koskoca doğa canlanıyordu, anneanneme göre de biz de kıpırdanmalıydık artık. Sağlığımızla, bereketimizle ve tüm şükran duygularımızla, baş aktörün bu yemek olduğu, o sofra etrafında hep birlikte  toplanmalı ve şölen havasında yaşamalıydık o sofrayı… Süt kuzusunun bağırsağından örülmüş olan, "Kuzu Sarma" dediğimiz bu sakatat; bildiğimiz kokoreçin çapı daha ince olanıdır ve çiğ olarak satılır. Her sakatatçıda bulunmaz, en iyisi Beyoğlu Balıkpazarı’ndaki ciğercilerde bulunur ve Şubat ayının on beşinden itibaren piyasaya çıkar.
Malzeme:
  • 2 adet kuzu sarması
  • 1 demet taze soğan
  • 1 adet kuru soğan
  • 1 demet maydanoz
  • 1 demet dereotu
  • 1 demet taze nane
  • 1 tatlı kaşığı kuru nane
  • 1-2 tatlı kaşığı karabiber
  • 1-2 çay bardağı zeytinyağı
  • Tuz
Yapılışı:
Derince bir kap içinde karbonatlı suda 1-2 saat bekletilen sarmalar iyice yıkanır. Bir kaç yerine bıçağın ucu ile batırıldıktan sonra, iyice haşlanır. Haşlanan sarmalar soğuk suyun içine aktarılır. Haşlama suyu pişirmede kullanılmaz! Kuru soğan salata biçiminde doğranarak yağda 5-6 dakika kadar pişirilir, kuru nane eklenerek bir süre daha karıştırılır. İnce doğranan taze soğanlar eklenerek karıştırmaya devam edilir. Haşlanmış sarmalar eklenir ve üzerine çıkacak miktarda sıcak su ve tuz konulur. Tencerenin kapağı kapatılırak, pişmeye bırakılır. Sarmalar iyice pişince, ince doğranmış taze dereotu ve maydanoz, taze nane ve karabiber konur ve hemen kapak kapatılır. Tencerenin kendi sıcaklığında ,10-15 dakika bekletildikten sonra, yeşillikler kıvama, yemek de servise hazır hale gelmiştir.


Pırasa Köftesi - Malzeme:
  • 1 Kilo pırasa
  • 500 gram dana kıyma
  • 1-2 dilim ekmek içi
  • 1 tatlı kaşığı toz kişniş
  • 1 kahve kaşığı karabiber
  • Yeterince tuz
  • 3 adet yumurta
  • Un
Yapılışı:
Pırasalar yeşil kısımları dahil, iki ya da üç parçaya bölünerek doğranır. Doğranan pırasalar haşlanır. Ekmek içleri ıslatılıp, kıymanın üzerine ufalanır, kişniş, karabiber, tuz ve ince ince doğranmış pırasalar ve bir de yumurta kırılarak hepsi güzelce yoğrulur. Yoğrulan karışımdan köfteler yapılır. Kalan iki adet yumurta iyice çırpılır. Köfteler önce una sonra da iyice çırpılmış yumurtaya bulanarak, bol yağda kızartılır.


Afiyet Olsun
Selam ve sevgi ile,

Sema Temizkan

11 Mart 2016

Apokries! Yeniden! 12 Mart 2016, Cumartesi Akşamı Armada'da

2010 yılından bu yana Armada'da, "Cafe Aman İstanbul"un rembetikoları ile eski İstanbul'un Apokries sokak karnavalı canlandırılıyor... Etkinlik bu yıl da 12 Mart 2016, Cumartesi akşamı, saat 20.30'da Armada Salon'da yapılacak...



Ayrıntılar için bkz. Armada Postası: HÜZÜN VE AŞKIN, MÜZİK VE DANSA DÖNÜŞTÜĞÜ GECE... ARMADA REMBETİKO GECESİ

Bu etkinliğin Haber Bülteni de "Basın Odası"ndan indirilebilir... Batu Akyol'un çektiği bu video da Stelyo Berberis ve Kasım Zoto'nun ağzından rembetiko ve "Aman kahvesi" geleneğinin nasıl doğduğunu çok güzel anlatıyor... Aşağıda bu etkinliğin tarihi geçmişini sizler için özetledik!

APOKRİES ​KARNAVALININ ÖYKÜSÜ
Osmanlı İstanbul'unda her yıl Ortodoks Rumlar tarafından kutlanan​ "Apokries" karnavalı, her yıl Armada'da Türk ve Yunan müzisyenlerden oluşan müzik grubu "Café Aman İstanbul" ile birlikte yeniden canlandırılıyor. 
Peki "Apokries"in öyküsü nedir?​

​İstanbullu Rumlar ve Komşuları... 
İstanbullu ortodoks Rumlar, "Büyük Oruç"dan önce, konu-komşu kılıktan kılığa girip, maskeler takıp eğlendikleri bir karnaval yaparmış: "Apokries"! Galata ve Pera'da bir resmigeçit ile başlayan eğlence, Tatavla'da (bugünkü Kurtuluş) muazzam bir panayırla sona erermiş. İstanbulluların "Bakla Horani" günü de dedikleri bu günden sonra Rumlar evlerine kapanır, perhiz ve ibadetle vakit geçirerek Büyük Paskalya Yortusu'​nun gelmesini beklermiş.

Karnavalın Özgeçmişi!
Bu geleneğin özü, eski Roma'nın Pagan kültüründe yer alan baharı karşılama ritüellerine dayanıyor. İtalya'da ilk defa 11. yy'da yapılan ve 7 yüzyıl süren Karnaval, Paskalya'dan önce gelen büyük perhiz dönemine 2 hafta kala başlar ve büyük perhizin arefe günü sona erermiş. "Et yemeye veda" anlamına da gelen karnavalda, her sınıf halk, "Commedia del'Arte" maskeleri takıp kumar oynar, çılgınca eğlenirmiş. Sonunda "Ete veda"; "Kurallara vedaya döndü" diye yasaklanmış. 2 yüzyıl sonra, 1979'da, kültürel boyutu öne çıkarılıp, bir demokrasi simgesi olarak "Venedik Karnavalı" ile yeniden canlandırılmış…

​İstanbul'da Durum ve "Café Aman" Ne Demek? 
19. yy Osmanlı döneminde önce İzmir'de, sonra İstanbul, Bursa ve Trabzon gibi liman şehirlerinde, batıda "Café Santur" ya da "Café Chantant" olarak bilinen "Aman Kahveleri" de yaygınlaşmış. "Aman"; sevinç, özlem, ayrılık acısı, aşk ve hüzün gibi duyguların harmanlandığı gazellerde sıkça geçen "Aman"dan mülhem! Aman kahvelerinde farklı kültürlerden hanende ve sazendeler bir araya gelip, doğaçlama ve karşılıklı olarak şarkılarını seslendirirmiş. İstanbul'da özellikle Pera, Fener ve Galata; İzmir'de ise Kordon ve çevresinde yer alan Aman kahveleri doğaçlama dansların eklenmesiyle gelişmiş. İstanbullu Rumların "Apokries"i de II. Dünya Savaşı'ndan sonra tamamen ortadan kalkmış.

Armada'daki Apokries'ler... 
İstanbul yaşam kültürünü sahiplenme, koruma ve yaşatmayı temel ilke edinen Armada Otel, 2010'dan beri, İstanbul'un çok-kültürlü günlerine bir gönderme olarak​, maskeler ve Tatavla meyhaneleri dekoru içinde, Apokries'i de canlı tutmaya çalışıyor.
Türk ve Yunan müzisyenlerden oluşan müzik grubu "Café Aman İstanbul" ise repertuvarını 1922'den önce ve sonra, Aman kahvelerinde doğaçlama icra edilen "Rembetiko"lardan oluşturuyor. Armada'daki Apokries'lerde; Anadolu'dan ve İstanbul'dan ayrılan eski komşularımızın, özlem ve hüzünlerini notalarla dile getirdikleri "Rembetiko", Grubun performansı sırasında aşka ve dansa dönüşüyor…

Bahar, İstanbul'a, ülkemize, dünyaya güzellikler, iyilikler getirsin...

26 Şubat 2016

"Beyoğlu 1895 - Maria Pansa ile Zamana Yolculuk"

ZAMANA YOLCULUK:
"Beyoğlu 1895 - Maria Pansa ile Zamana Yolculuk"

25 Şubat, 2016, Perşembe günü, 1895'deki Beyoğlu'na bir "Zaman Yolculuğu" yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a, İtalyan Büyükelçisi olarak 1895 yılında gelen Alberto Pansa'nın eşi Maria Pansa'nın öyküsü etrafında biçimlendirilmiş bu uygulamalı tarih eğitiminde, vaktiyle Osmanlıların, Tepebaşı'nda onlara tahsis ettiği "Casa d'Italia"; İtalyan Büyükelçiliği binasında, büyükelçi ve eşini karşılama töreni canlandırıldı. İTA Okulları öğrencileri de okullarında Maria Pansa'nın yaptığı gibi bir sözlük hazırladı. 
Cecile Franchetti, Dr. Erboy, ITA Okulları

"Bridging Ages" Venedik, (Circolo Roma) Roma Derneği, İtalyan Kültür Merkezi (Casa d'Italia) ve İTA Okulları işbirliğiyle düzenlenen, Armada Otel'in de konaklama sponsoru olduğu "Zaman Yolculuğu - Beyoğlu 1895", o dönemde İtalyan Büyükelçilik binası olarak hizmet veren, şimdi içinde İtalyan Kültür Merkezi, Roma Derneği ve İtalyan Ticaret Odası'nı barındıran Tepebaşı'ndaki binada yapıldı. Venedik'teki Fahri Türk Konsolosluğu'nun ve Ca' Foscari Üniversitesi'nin de desteklediği etkinliğin koordinatörü Cecile Francetti. Amaç, öğrencilere tarih öğretirken Maria Pansa'nın anıları üzerinden 1895 İstanbul'unda Osmanlı yönetiminin yaklaşımı sayesinde çok kültürlülüğün ve Latinlerle iyi ilişkilerin, Osmanlı toplumuna getirdiği olumlu etkileri ve katkıları vurgulamak.
Saat 10.00 - 12.00 arasında ise, İTA Okulları öğrencileri tıpkı Maria Pansa'nın 121 yıl önce, kızlarının da yabancı bir dil öğrenmesi için yaptığı gibi temel kelimelerin yer aldığı resimli bir sözlük hazırladılar.
II. Abdülhamid'in Alberto Pansa'ya armağanı saat

Sultandan Maria ve Alberto Pansa'ya Armağanlar
Maria Pansa, anılarında şöyle yazmış: "İlk karşılamadan başlayarak, davet edildiğimiz her akşam yemeğinde kabul salonuna girmeden önce Sultan'dan bana bir mücevher armağan edilirdi. Bunların arasında (İtalyan Kraliçesi Margherita'nın adından gelen) adım, "papatya" demek olduğundan, yakut, zümrüt ve pırlantadan yaprakları olan kocaman bir papatya dalı biçimindeki broş da var. İstanbul'daki uzun ikametim boyunca Sultan, incili pırlantalı bir gerdanlık, at bindiğim için bir Arap atı, kendisi şerefine dokunmuş çeşitli ipek halılar da armağan etti. Aynı şey Alberto için de geçerliydi. Ona da sigara tabakaları, altın üzerine pırlanta kakmalı, zincirli, emaye bir saat armağan edildi. Hatta bu saati, görevimiz bittiği için biz İstanbul'dan ayrılırken Sultan kendi cebinden çıkarıp, Alberto'ya bizzat vermişti…"
Kaynak: Panizzi Kütüphanesi: 
http://goo.gl/xjPyXo .
Maria Pansa, Büyükelçi'nin eşi...
Editöre Not: "Zaman Yolculuğu" (TimeTravel), uluslararası "Çağlara Köprü" (Bridging Ages- bridgingages.com) kuruluşunun Venedik birimi ile Venedik'teki Ca' Foscari Üniversitesi'nin işbirliği ile geliştirilen yeni bir tarih öğretim yöntemi. Her "yolculuk"ta, seçilen bir tarihi zaman kesidi ve bir olay, bir senaryo çerçevesinde ve dönemin dekor ve kostümleri içinde olayın kahramanları tarafından "canlandırılıyor". Senaryoya katılacak öğrenciler ile bir ön hazırlık yapılıyor. Vurgulanan temel tarihi gerçeklerin doğru anlaşılması ve aktarılması için Senaryo öğrencilere verilirken, bulunulan ortamın seçilen tarihi olayla sıkı sıkıya ilgili olması ve öğrencilerin rollerini dönemin kostümleri içinde olması da çok önemseniyor.

09 Şubat 2016

Armada'da Sevgililer Günü, İstanbul Aşkı ile Eş-Anlamlı!

Bir İstanbul aşığı olan Armada Otel, 2014'den beri 14 Şubat "Sevgililer Günü"nü "İstanbul Aşkı" teması ile kutluyor...

Armada Otel, bu yıl 14 Şubat için biri gündüz, biri akşam olmak üzere 2 program hazırladı. Gündüz programı; bu özel günü, sevenleri ve aileleleri ile birlikte kutlamak isteyenler için, Marmara Denizi, Sultanahmet Camii ve Ayasofya ile çevrili Armada Teras'ta "Pazar Kahvaltısı" seçeneği. Fiyat; kişi başı 40.- TL. 


*Armada Teras’taki Pazar Kahvaltısı'nda, Armada usulü, kişiye özel semaverlerimizde demlenen tavşan kanı çaylarımız... Yöresel ürünlerden seçerek sunduğumuz, doğal ve sağlıklı kahvaltı ürünlerimizin, Armada fırınlarında hazırlanan poğaçalarımızın ve meşhur Ahırkapı şerbetimizin tadına doyamayacaksınız...*
Akşam programı ise başbaşa kalmak isteyenler için; Orkestra Elite'in canlı müziği ve Teras'ın muhteşem manzarası eşliğinde "Romantik Akşam Yemeği". Armada Teras'ta saat 20.00'de başlayacak bu akşam programının fiyatı da kişi başı 125.- TL. Aynı gece konaklamak isteyenler için Deniz Manzaralı, çift kişilik "Superior" odalar ayrıldı. Oda Fiyatı; ertesi gün "Sabah Kahvaltısı" da dahil: 200.- TL.


İstanbul, Seni Seviyorum!
Öte yandan sevgilisi olsun olmasın, İstanbul'u seven herkes, Armada Instagram hesabını takip ederek, sürpriz bir anda açılacak olan "İstanbul Aşıkları" konulu yarışmaya katılabilecek. Kazanan takipçiye, Armada Otel'de "Deniz Manzaralı Çift Kişilik Odada Konaklama", "Armada Teras"ta 2 Kişilik "Romantik Akşam Yemeği" ve ertesi gün "Sabah Kahvaltısı" armağan edilecek.

Armada Sevgililer Günü Akşam Yemeği Fiyat: 125.- TL
Menü: 
2 kişilik "Çilingir Tepsisi"nde; Soğuk Mezeler, Ara Sıcaklar (Filibe Köfte, Yaprak Ciğer, Ispanaklı Börek, Etli Pazı Dolması), Ana Yemek (Beğendili Kuzu Sırtı), Karışık Türk Tatlıları, Limitsiz Yerli İçki, Çay veya Armada Likörü eşliğinde Türk Kahvesi.

24 Nisan 2014

Kasım Zoto'dan Yeni İçerik: "40 Yıllık Bir Gecikmeden Sonra..."

Kasım Zoto, kişisel blogunda Gürel Yontan ile birlikte çıktığı heyecan verici Hindistan seyahatinde edindiği izlenimleri paylaştı! İlginç fotoğrafların da yer aldığı  "40 Yıllık Bir Gecikmeden Sonra..." başlıklı notları okumak isterseniz buradalar!


22 Mart 2014

21 Mart 2014, Dünya Şiir Günü bildirisi Refik Durbaş'ın bir şiiri oldu!


2014 Dünya Şiir Günü Bildirisi’ni PEN Şiir Ödülü’ne değer görülen şair Refik Durbaş kaleme aldı. Refik Durbaş’ın kaleme aldığı bildiri de bir şiir oldu:

Kendisi de dahil hayata itirazdır.
Kendisine de karşıdır, itirazına da…
Savaşa karşı, ama kavganın yanında.
Barışa, özgürlüğe, vicdana taraftır.
Yolsuzluk, rüşvet yoktur defterinde.
Var oluşu baş eğmeyi reddinde.
Montaj, dublaj, kumpas bilmez.
Yazıldığı gibi yaşar anadilinde.
Edebiyatın isyankâr edepsizi,
Dünya halklarının ortak sesidir.
Düş ve gerçek, aşk ve karasevda
Bir de kendisi dışında her şeydir.
Şiir, şiirden başka bir şey değildir.

Refik Durbaş için ödül töreni ve şiir etkinliği 21 Mart Cuma 19.00-20.30 saatlerinde İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde (FKM) yapıldı. FKM Müdürü Bérénice Gulmann ile PEN Başkanı Tarık Günersel'in açış konuşmalarından sonra Guillaume Apollinaire, Helimişi Xasani'den ve Refik Durbaş’tan birkaç şiir okundu. Durbaş kaleme aldığı Dünya Şiir Günü Bildirisi’ni okudu ve kendisine ödül plaketi sunuldu. Ardından da Gonca Özmen ve Refik Durbaş'ın söyleşisi başladı.

UNESCO Dünya Şiir Günü mesajını da İrina Bokova kaleme almış:
Every year, UNESCO celebrates those who give life to poetry as one of the highest forms of linguistic and cultural expression. Poetry is a song of freedom, enabling us to affirm our identity through creation. Poetry is also the song of our deepest feelings; in the words of the Brazilian poet and diplomat João Cabral de Melo Neto, “even unintentionally, every word that comes from emotion is poetry”. Through its words and its rhythm, poetry gives shape to our dreams of peace, justice and dignity, and gives us the strength and desire to mobilize to make them real.
All peoples throughout history have developed and practiced forms of poetry, so as to pass on orally their knowledge, history and myths – the Vedas and Ramayana in India, the Hebrew Bible, the Iliad and the Odyssey in Greece and many other philosophical and religious texts – to express feelings, to talk about daily life, to withstand trials or to entertain. Today, contemporary forms of poetry, from graffiti to slam, enable young people to become engaged in the practice and renew it by opening the door to a new space for creation. The forms evolve, but the poetic impulse remains intact. Shakespeare described poetry as the music that each man carries inside himself and, centuries later, the jazz musician Herbie Hancock, UNESCO Goodwill Ambassador and 2014 Charles Eliot Norton Professor of Poetry at Harvard University, has recalled the affinities between poetry, literature and music in his lecture on “the wisdom of Miles Davis”.
As a deep expression of the human mind and as a universal art, poetry is a tool for dialogue and rapprochement. The dissemination of poetry helps to promote dialogue among cultures and understanding between peoples because it gives access to the authentic expression of a language. We see this in the inspiration of people celebrating intangible cultural heritage, mother tongues and cultural diversity, where poetry always plays a major role. That is why UNESCO encourages and calls for the support of authors and translators, the craftspeople of poetry, so that we might tap into the essence of beauty and inspiration for peace in their works.
Irina Bokova, Director-General of UNESCO - Message for the World Poetry Day


23 Temmuz 2013

Dileğimiz: 1434. Ramazan Hayırlara Vesile Olsun!






Bu yıl hem Teras'ta hem Tekne'de düzenlediğimiz İftar programlarının ayrıntıları için sizi "Ramazan Özel Site"mize bekliyoruz! (Tıklayın)

07 Aralık 2012

Armada Tekne'de İnceliklerle Örülü Bir Davet




Armada Gezi Teknesi, Dekoratör Merzuka İmrahor Dubrule tarafından verilen bir davete evsahipliği etti... (InStyle Home Dergisi Aralık 2012 sayısından...)

19 Kasım 2012

Ahırkapı'dan Bir Sabato Geçti!

Eski manken, son yılların ünlü aktörü Antonio Sabato geçtiğimiz hafta konuklarımız arasındaydı.
Sabato ve Zoto...

İstanbul'a bir yardım projesi için davet edilen Sabato, Ahırkapı'yı ve Armada'yı çok sevdiğini belirtti. Sabato, Armada Gezi Teknesi'nde de  yabancı basına dönük bir basın toplantısı da düzenledi.

Armada Teras'ta...
Antonio ve Jack
Fırsat buldukça yanından hiç ayırmadığı köpeği Jack ile birlikte Ahırkapı sokaklarında turlar atan Sabato İstanbul mutfağına da bayıldı!


Bu konunun diğer ayrıntıları için Armada Gezi Teknesi'nin "Seyir Defteri"ne bir göz atabilirsiniz!

07 Haziran 2012

ISTANBUL'DA KAYBOLAN MADONNA AHIRKAPI ISKELESİ'NDEYDİ BUGÜN...

Heeeey Madonna!
Hayranları ve geleneksel ya da "ahir-zaman" basını gün sayıyordu!
Herkes O'nun Istanbul'da "kaybolduğunu" söylerken, biz bugün O'nu komşumuz Tayfun (Köseoğlu)'nun objektifiyle AHIRKAPI İSKELESİ'nden İstanbul'a ayak bastığı anda görüntüledik ve bunu tüm çevremizle paylaşmak "boynumuzun borcudur" diye düşündük... Bunu yaymak size kalmış bir şey, teşekkürler ise Tayfun'a! Bizden de bu kadar olsun!

ARMADA OTEL EKIBI

6 Haziran 2012... Madonna Ahırkapı İskelesi'nden İstanbul'a ilk adımını atarken...

02 Mayıs 2012

Giritli Ayşe Şensılay'a Tebrikler!

22 Nisan 2012 tarihli MİLLİYET'ten...
Türk basınında yemek ve lokanta eleştirileri yazanların içinde Vedat Milor'un güç beğenenlerden olduğu söylenir. Ama adını soyadını öğrenememişse de komşu lokantamız Giritli İstanbul'un sahibi Ayşe Şensılay'ın hakkını güzel teslim etmiş doğrusu!

Giritli İstanbul'a ve Ayşe Şensılay'a tebrikler!

29 Nisan 2012

29 Nisan Dünya Dans Günü 2012

Bugün 29 Nisan!

Armada, "Dünya Dans Gününüz Kutlu Olsun" der...

Her yıl olduğu gibi bu yıl da UNESCO, Dünya Dans Günü için bir uluslararası mesaj yayınladı. Bu yılın mesajı, "dansla tedavi" konusuna ağırlık veriyor, sağlık bakanlıklarına, sosyal sigorta kurumlarına uzman tavsiyesi ile önerildiğinde dansla terapi/tedavi masraflarını karşılamaya, bilimsel kurumları da bu konuda daha çok araştırma yapmaya, müfredata dansla tedavi dersleri koymaya davet ediyor.
Aşağıda bu yılın UNESCO mesajının tam metnini bulabilirsiniz.

Öte yandan Türkiye'den de dünyaya bir mesaj verildi. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü Baş Koreografı Mehmet Balkan'ın kaleme aldığı metin şöyle:


DÜNYA DANS GÜNÜ BİLDİRİSİ
Dansın ufuklarını genişleten, tüm ömrünü Bale’ye adamış olan Fransız Dansçı, Koreograf, Yönetmen ve “Balenin Shakespeare’i” olarak anılan Jean Georges Noverre’in doğum günü olan 29 Nisan, Uluslararası Tiyatro Enstitüsü Dans Komitesi ile Unesco tarafından Dünya Dans Günü olarak ilan edilmiştir ve bütün ülkelerde her sene coşkuyla kutlanmaktadır.
İnsanlık tarihi kadar eski bir edim dans...
Önce bir araçtı... İnsanın kendini anlatma, duygularını açığa vurma yolu...
İnsanın evrimiyle birlikte gelişti... Dünyanın dört köşesinden gelen yerel devinimler birbirine karıştı... Kolbastıdan tangoya, yaşama renk katıyor...
Ama “eğlence”nin ötesinde, topluluklara seyir zevki veren, insan vücudunun sınırlarının zorlandığı, soyut ve somut anlatımların içiçe geçtiği bir estetik değer, bir sanat dalı...
İster bale deyin, ister çağdaş dans, insanlar yaşadıkça her türüyle varlığını sürdürecektir dans...
Dansa gönül vermiş herkese...
Hayatın ifadesi, 
Tangodan, Baleye… Rock’n Roll'den Folklore...
Folklorden, Modern Dansa ... 
yaşı ve ırkı ne olursa olsun..
Dünya Dans gününüz kutlu olsun.
  
29 Nisan 2012
Mehmet BALKAN

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

DÜNYA DANS GÜNÜ 2012 UNESCO RESMİ MESAJI



Eğer anahtar kelime olarak “tedavi / terapi” sözcüğünü kullanarak Küresel Dans Rehberi’nde bir arama yaparsanız 2600 civarı içerik bulursunuz. Bu da yaklaşık her yüz profesyonel dansçıdan birinin, bir çeşit terapi hizmeti sağladığı anlamına gelir. % 0.01 her nekadar  çok küçük bir yüzde ise de “terapi” muhtemelen dans sektörünün en hızla büyüyen dalıdır. Kurs ve atölye çalışmalarının çoğalması dans terapistlerinin sayısının her yıl ikiye katlanma potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir. Nitelikli profesyoneller hastane, sağlık merkezleri, yaşlı bakımevleri, hapishaneler ya akıl sağlığı merkezlerinde giderek daha sık istihdam edilmektedir. Terapi sınıfları açan dans okullarının yanısıra özel uygulamalar da katlanarak artmaktadır.

Dans ile tedavinin patlama yapmış olması birçok ülkede, Sağlık Bakanlığı uygulamalarından kaynaklanabilir... Bir diğer neden, modern yaşamın insanı temel işlevlerine yabancılaştırması nedeniyle, insanların dansın iyileştirici gücünü yeniden keşfetmekte oluşudur. 
Dans kesinlikle sağlıklı bir kişiye kendini daha iyi hissettirir. Ancak, bir psikolojik sorunu dans yoluyla hafifletmek için kanıt aramak başka bir şeydir. Geleneksel toplumlar, toplumsal buluşmalar ve geleneklerini koruyarak insanlara kendini daha iyi hissettiren fırsatları da sunarlar.  Bu etkinlikler bizim toplumlarımızda gözardı edildiğinden, şimdi bu ihtiyaç, profesyonel yardımlara dönüşmektedir.  Belli bazı hastalıkların tedavisi için belli dansların kullanıldığı olmuştur. Bu dansların bugün de aynı amaçla kullanılıp kullanılmayacağı araştırılmalıdır. 

Daha etkileyici olan, hastaların kendi danslarıyla değil de başka bir kişinin dansı ile tedavi edilmiş olmasıdır. Dünyanın birçok ülkesinde onları yararlı buldukları için insanlar asırlık uygulamalara devam etmekte ve bunun için de şifacılara, şamanlara ve büyücülere başvurmaktadır. Sanayileşmiş toplumlar tarafından günümüze kadar dışlanan bu danslar da ciddi araştırılmayı hak etmektedir. 
Çağdaş dans terapisi, henüz birkaç on yıl yaşında olmasına rağmen, kısmen de olsa geleneksel uygulamalara dayalı yeni teknikler  geliştirmiştir. Böylece, teoride ve pratikte bir bilgi tabanı oluşmaktadır. Ama daha yapılması gereken çok şey vardır.
Üniversiteleri, müfredata dans terapisi dersleri koymaya, hükümetleri dans terapistliğini bağımsız bir meslek olarak tanımaya ve sosyal sigorta kurumlarını doktorlar, psikologlar ve diğer birincil tedavi uzmanları tarafından önerildiğinde, dansla tedavinin masraflarını karşılamaya davet ediyoruz!
                                                                   Alkis Raftis
                                      CID Uluslararası Dans Konseyi Başkanı
                                                                UNESCO, Paris

27 Mart 2012

50. UNESCO Dünya Tiyatro Günü


Bu yıl 50. kutlanan UNESCO Dünya Tiyatro Günü mesajını aktör ve yönetmen John Malkovich verdi... İşte bazı alıntılar:

"...İşiniz çekici ve özgün olabilir. Derin, dokunaklı, düşündürücü, ve benzersiz olabilir. İnsan olmanın ne anlama geldiği sorusunu yansıtmakta bize yardımcı olabilir ve bu yansıma, içtenlikle, samimiyet ve zarafet ile yürekten kutsanmış olabilir. Bir çoğunuzun zaten yapmak zorunda olduğu gibi, güçlüklerin sansürün, yoksulluk ve nihilizmin üstesinden gelebilirsiniz.

Bütün karmaşıklığı içinde insan kalbinin nasıl attığını bize öğretecek ve onu hayatınızın işi haline getirecek yetenek, titizlik, tevazu ve merak ile kutsanmış da olabilirsiniz.

Ve umarim aranizdan en iyi olanlar - zira sadece en iyileriniz, ve onlar da ancak o en ender ve en kısacık anda - soruların en temel olanına yanit bulabilirler: "nasıl yasarız?".
Tanrı sizinle olsun."
"I'm honored to have been asked by the International Theatre Institute ITI at UNESCO to give this greeting commemorating the 50th anniversary of World Theatre Day. I will address my brief remarks to my fellow theatre workers, peers and comrades.
May your work be compelling and original. May it be profound, touching, contemplative, and unique. May it help us to reflect on the question of what it means to be human, and may that reflection be blessed with heart, sincerity, candor, and grace. May you overcome adversity, censorship, poverty and nihilism, as many of you will most certainly be obliged to do. May you be blessed with the talent and rigor to teach us about the beating of the human heart in all its complexity, and the humility and curiosity to make it your life's work. And may the best of you - for it will only be the best of you, and even then only in the rarest and briefest moments - succeed in framing that most basic of questions, "how do we live?" Godspeed."
John Malkovich