Armada Otel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Armada Otel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2017

Armada Otel'de 2018 Yılbaşı Programları

Bu yılbaşı Armada Otel’de 2 seçenek var. Armada Teras’ta, İstanbul’un gece manzarası ve DJ’li müzik eşliğinde romantik bir akşam yemeği ya da Armada Salon’da coşkulu ve Rembetikolu bir eğlence… Her iki seçenek için de Gala Programı'nın başlangıç ve bitiş saatleri şöyle:

31 Aralık, 2017, Saat: 21.00 - 1 Ocak 2018, Saat: 02.00

Armada Teras'ta DJ Müzikli Yılbaşı Yemeği Menüsü



Soğuk Başlangıçlar: Çerkes Tavuğu, Fava, Zeytinyağlı Dolma, Fasulye Pilaki, Haydari, Rus Salatası, Patlıcan Şakşuka, Beyaz Peynir.
Sıcak Başlangıçlar: Peynirli Muska Böreği, Ispanaklı Sigara Böreği, Minik Köfte, Etli Pazı Dolması.
Ana Yemek: Geleneksel Yılbaşı Hindisi; Portakal sosu ve İç Pilav eşliğinde.
Mevsim Salatası
Tatlı ve Mevsim Meyveleri Büfesi
Gece Sonu İkramı: İşkembe Çorbası
Limitsiz Yerli İçkiler ve Yeni Yıl Şampanyası

Fiyat: 175.- TL / 1 kişi

Armada Salon'da Rembetiko'lu Yılbaşı Eğlencesi Menüsü



Soğuk Başlangıçlar: Zeytinyağlı Yaprak Sarma, Çerkes Tavuğu, Fasulye Pilaki, Tarama, Pancar, Beyaz Peynir, Haydari, Marine Kırmızı Biber, Rus Salatası.
Sıcak Mezeler: Arnavut Ciğeri, Mücver, Peynirli Muska Böreği, Ispanaklı Sigara Böreği, Kalamar.
Ana Yemek: Geleneksel Yılbaşı Hindisi; Portakal sos ve İç Pilav eşliğinde.
Armada’nın meşhur Kabak Tatlısı ve Mevsim Meyveleri
Gece Sonu İkramı: İşkembe Çorbası
Limitsiz Yerli İçkiler ve Yeni Yıl Şampanyası

Fiyat: 270.- TL / 1 kişi


Yatılı ve Kahvaltılı Yılbaşı


Yılbaşı eğlence programlarımızdan birine katılıp, geceyi de rahat rahat Armada Otel’de geçirmek isteyen konuklarımız için, ertesi sabah sunulacak açık büfe kahvaltı dahil, çift kişilik odada konaklama fiyatımız 300.- TL’dır.


İletişim ve Rezervasyon:
etkinlik@armadahotel.com.tr | Ziyafet Satış Ekibi: 0212 455 44 55

Tüm fiyatlara KDV dahildir.

28 Mart 2017

2017 Dünya Tiyatro Günü Bildirisi İsabelle Huppert'den...

Isabelle Huppert - Kaynak: Gazete Duvar, 28.03.2017

27 Mart Dünya Tiyatro Günü mesajını bu yıl Isabelle Huppert kaleme almış.

Huppert, kendisinin, 55 yıldır varolan bu günün uluslararası mesajını yazan 8. kadın olduğunu da vurgulamış. Atilla Berktay'ın Türkçeye çevirdiği, Gazete Duvar'da yayımlanan mesaj son derece ilginç ve anlamlı saptamalarla dolu... Bizce en anlamlı yeri de son paragrafı:

"...Benim için tiyatro ötekidir, diyalogdur, kinin, hıncın yok olmasıdır. Halklar arasında dostluk, bunun ne anlama geldiğini tam bilmiyorum, ama seyircilerin ve oyuncuların birlikteliğine, dostluğuna, tiyatronun bir araya getirdiği herkesin, yazanların, çevirenlerin, ışıklandıranların, giydirenlerin, dekorunu yapanların, oynayanların, tiyatro yapanların, tiyatroya gidenlerin birliğine inanıyorum. Tiyatro bizi koruyor, barındırıyor. Sanırım bizi seviyor… biz onu ne kadar seviyorsak…”
KaydetKaydet
KaydetKaydet

21 Aralık 2016

Armada Teras'ta 2017 Yılbaşı Programı

2017’ye olumlu duygular, sakin müzik, lezzetli yemekler ve tam gece yarısı, açık Teras’ta şampanya ve yeni umutlarla girmek isteyenler… Toplanın bize buyurun.... Bekliyoruz!






31 Aralık 2016 akşamı için sakin ama keyifli bir program hazırladık: Bir DJ, arka planda hafif müzik parçaları çalar ve Armada mutfağının lezzetli yemekleri tadılırken, saatler gece yarısını gösterdiğinde Açık Teras’ta yapılacak şampanyalı bir kutlama. Bu programın fiyatı KDV dahil kişi başı 150.-TL. Gece trafiğe çıkmak istemeyen, rahat bir uyku çekip, yılın ilk sabahına tarihi yarımadadan uyanmayı tercih edecek konuklarımız, çift kişilik odaya, iki kişi için KDV dahil 250.- TL ödeyecek. Konaklama fiyatına, elbette ertesi sabah sunulacak açık büfe “Pazar Kahvaltısı” da dahil olacak. 

2017’nin hepimize sağlık, barış, sevgi, huzur, bereket getirmesi dileğiyle...


   


ARMADA TERAS YILBAŞI MENÜSÜ:

Soğuk Başlangıçlar: Çerkes Tavuğu, Fava, Zeytinyağlı Dolma, Fasulye Pilaki, Haydari, Ahtapot Salatası, Patlıcan, Şakşuka, Beyaz Peynir.
Sıcak Başlangıçlar: Peynirli Muska Böreği, Ispanaklı Sigara Böreği, Minik Köfte, Deniz Mahsulleri Güveç.
Ana Yemek: Geleneksel Yılbaşı Hindisi: Portakal Soslu ve İç Pilavlı Hindi Dolma, 
Mevsim Salatası.
Tatlı ve Mevsim Meyveleri Büfesi - Limitsiz Yerli İçkiler ve Yeni Yıl Şampanyası 
Gece Çorbası...

Konaklayacak Olanlara: Açık Büfe Pazar Kahvaltısı

Ayrıntılı Bilgi ve Rezervasyon için lütfen bizi arayın! 
Tel: 0212 455 44 55
e.Posta: etkinlik@armadahotel.com.tr

30 Temmuz 2016

"Bayan Nina"mız Gitti...


Başkanımız Kasım Zoto'nun annesi, yakınlarının ve Armadalıların "Bayan Nina"sını kaybettik... 1926'da İstanbul, Arnavutköy'de doğan Olimpia Zoto, bir İstanbullu Rum ailenin kızı ve I. Dünya Savaşı'ndan sonra Arnavutluk'tan İstanbul'a göçen Ramiz Zoto'nun eşiydi. İlk çocukları Diana Zoto oldu. İkincisi de Kasım Zoto... Diana'nın oğulları Cem Kasidecioğlu ve Ahmet Demir Özkal'ın, Kasım Zoto'nun kızları Mira Zoto ve Maya Zoto'nun sevgili "yaya"larıydı. Müjde Mısırlı Zoto'nun ve Serli Özpenbe Özkal'ın sevgili kayınvalidesi...
Cenaze töreni, yarın (31 Temmuz 2016, Pazar) saat 14.00'de Şişli, Metamorfosis Rum-Ortodoks Kilisesi ve Mezarlığı'nda yapılacak... Bütün dinlere inanan Bayan Nina, yaşamı boyunca hep iyilik yapmış, herkes için iyilikler dilemişti... Son günlerini de Armada'da geçirmişti... Bütün Armadalılar onu sever, sayardı... Ruhu şad olsun...

03 Temmuz 2016

Adımızı Donanmasından Aldığımız Barbaros Hayrettin Paşa'nın Vasiyeti...


"Öldüğüm zaman beni denizin sesini duyacağım bir yere gömünüz!" diyen Barbaros Hayrettin Paşa, leventleri için yaptırdığı evlerin yeri için de denize ve donanmasının demirlediği yere en yakın bir noktayı; Ahırkapı'yı seçmişti...
Bizim adımız da işte vaktiyle o evlerin bulunduğu yerde ve onların restitüsyonu ile inşa edildiğimiz için, donanması da bu anıldığı için "Armada"!
Bkz: Armada Otel Binası

Armada Otel'in dış cephesinde, Heykeltraş Namık Denizhan'ın eseri Barbaros Hayrettin Paşa rölyefi...


Bugünkü gazetelerde aşağıdaki haberi görünce buradan da paylaşalım istedik:

Barbaros Hayrettin Paşa vasiyetinde tüm malvarlığını eğitime bağışlamış

Ölümünün üzerinden 470 yıl geçmesine rağmen dünyanın en çok bilinen denizcileri arasındaki yerini koruyan Barbaros Hayrettin Paşa'nın hayatını araştıran Dr. Nejat Tarakçı, paşanın vasiyetiyle ilgili olarak, "Bu saygın denizcinin vasiyetnamesi de en az yaşamı kadar ilgi çekicidir. Hayrettin Paşa, bütün malı, mülkü ve parasının eğitime harcanmasını vasiyet etmişti" dedi. "Öldüğüm zaman beni denizin sesini duyacağım bir yere gömünüz" vasiyeti nedeniyle Beşiktaş'taki türbeye gömülen Barbaros Hayrettin Paşa, deniz tüccarı, korsanlık, beylerbeyliği ve Kaptan-ı Deryalık yapmıştı.
Milliyet'ten Gökhan Karakaş'a konuşan Nejat Tarakçı'nın açıklamaları şöyle:

"Mükemmel yönetici"
“Her ulusun gurur ve övünç kaynağı olan kişiler vardır. Bizim için bunların başında Atatürk gelir. Biri de Barbaros Hayreddin Paşa. Osmanlı siyasetine damgasını vuran zeki ve ileri görüşlü Pargalı İbrahim tarafından İstanbul’a çağrıldı. Yedi dil bilen Barbaros Hayreddin Paşa, cahil bir korsan değildi. Cesur ve dayanıklıydı; mükemmel bir yönetici, olağanüstü bir stratejist ve yetenekli bir devlet adamıydı. Ancak Pargalı İbrahim Paşa’nın 1536’da öldürülmesinden sonra Barbaros divanda yalnız kaldı. 

"Parasının eğitime harcanmasını istedi" Yine de Kanuni’ye, deniz gücünün kara gücünden daha az önemli olmadığını kanıtladı. 27 Eylül 1538’de kazanılan Preveze Zaferi ise dünya denizcilik tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. Bu saygın denizcinin vasiyetnamesi de en az yaşamı kadar ilgi çekicidir. Hayrettin Paşa, bütün malı, mülkü ve parasının eğitime harcanmasını vasiyet etmişti Hayrettin Paşa’nın İstanbul’un çeşitli yerlerinde evleri, dükkanları vardı. Hepsini Beşiktaş meydanındaki medresesine gelir temin etmek üzere vakfetmişti. Medresesindeki herkese maaş bağlamıştı. Özellikle eğitim gören çocuklara, kütüphane memurlarına, medrese çalışanlarına 2-20 akçe arasında değişen maaşlar veriyordu.
Kaynak: T24


29 Nisan 2016

2016 Dünya Dans Günü'nüz Kutlu Olsun!

Armada ve Dans...

Kurulduğumuz 1994'den beri birbirinden hiç ayrılmayan ikili!
Ve bugün, yine bir uluslararası Dünya Dans Günü... 
2004 Dünya Dans Günü'nde Ümit İris ve resmi bildiriyi okuyan Seval Uğur... 

Bu yılın resmi mesajı da Dünya Dans Konseyi Başkanı Alkis Raftis tarafından kaleme alınmış. Raftis, 2016 Dünya Dans Günü'nü, insanların en temel ihtiyaçlarından biri olan "dans"ı öğretmek için, yaşanan tüm ekonomik krizlere rağmen, kapılarını açık tutmaya çalışan "Dans Okulları"na adamış...
Sahnelerde gözükmeyen ama dans derslerinde danseden sayısının, göz önünde olanlardan on misli fazla olduğuna da dikkat çekmiş...

Ne diyelim; dans hiç eksilmesin hayatınızdan ve
Dünya Dans Günü'nüz kutlu olsun!

23 Mart 2016

Eski İstanbullular, ilkbahar aylarında neler yerdi? Sema Temizkan ile söyleşi...

Her Çarşamba akşamı sunduğumuz, "İstanbul Bahar Sofraları" menüsü için danışmanlık veren Sema Temizkan ile söyleşi...

Sayın Temizkan, kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Mutfağa ve yemek kültürüne olan ilginiz nasıl başladı? Bu konuda ailenizden sizi en çok kim ve nasıl etkiledi?​
  İstanbul'da doğdum. Oldukça geniş bir ailede büyüdüm. Ailemiz, farklı kültürleri  taşıyan insanların hep bir arada olduğu ve sofra muhabbetlerini çok seven bir aileydi.
Sema Temizkan
  Babaannem ve büyükbabam, Yanya- Kavala mübadili idi. Büyükbabamın sofrası daha ziyade Balkan kültürünü yansıtırdı. Buna karşılık anneannem, İstanbul'da doğup büyümüş bir Rum hanımıydı. Onun sofrası da taşıdığı kültürü yansıtıyordu.  Annemin ikinci eşi, Macar asıllı idi. Anneannemin diğer damatları ise, Yahudi, Güneydoğu ve Ege kökenli eniştelerdi... Bu geniş ailede güne başlanırken, önemli soru; "bu gün ne pişirsek acaba?" idi. Bu soru, günün devamında bir kaç kez  daha sorulmadan edilemezdi. Taşıdıkları kültürün yanı sıra, yemek yapmasını da çok seven akrabaların arasında, yemeğe ve lezzete ilgi duymamak her halde imkansızdı!  Hele bunlar, bir de lezzeti ön planda tutan, yemeğe ve lezzete adeta kara sevda duyan akrabalarsa...
Öyle ki mayonezli levreğin veya Rus salatasının mayonez kıvamı tutmamışsa şayet, anneannemin hemen baş ağrısı nükseder, o meşhur "çatkısını" başına sıkıca bağlar, şiddetli olmasa da yine bir kriz yaşanırdı. Böyle durumlardan çok etkilenirdim. 
Bütün lezzet büyücüleri bizim ailede toplanmıştı sanki! Ailenin küçük damadı olan güneyli eniştemiz, et yemeklerini mangalda da tencerede de pişirse farketmez, hep parmaklarımızı yedirten cinsinden yemekler yapardı.
Ortanca eniştemiz, Ege, özellikle Balıkesir dolaylarının, ailedeki en büyük lezzet ustasıydı. Anneme gelecek olursak, tam bir şekerleme ve reçel ustasıydı kendisi!  Eğer öyle olmasaymış, Markiz, Lebon, Nisuaz, İnci pastanelerinin şekerleme bölümünde çalışması asla mümkün değilmiş o yıllarda (1947-1953).
Bir kaç sokak ötemizde oturan ve çok sevdiği kocasının kültürüne ait özel sofraları, en az onlar kadar bilerek kuran büyük teyzemin, Yahudi asıllı eşi sayesinde, cuma akşamları kaç "Şabat" sofralarına davet edilip gittik, kimbilir?
Bir de "Karçi Baçi”miz vardı ailemizde... -Ne şansmış bizdeki de!- annemin ikinci eşinin, kardeşten öte arkadaşı Karçi Baçi ve ailesi, "İkinci Vatan" dedikleri ülkemize yerleşene kadar, bir çok ülkeye gidip yer yurt edinmek üzere epey bir macera yaşamış. "Baçi", Macar'cada “amca” demek. Ona böyle hitabımıza uygun, gerçek amcamız gibiydi Karçi Baçi… Ayrıca “Avrupa Mutfağı” konusunda eğitim almış, okullu bir mutfak şefiydi. Ülkemizde önce T.B.M.M'de aşçılık yapmış, sonra İstanbul'a gelerek, o yılların meşhuru "Fischer Restoran”ında mutfak şefi olarak işe başlamış. Bizler yetişkin olana kadar da devam etmişti bu çalışma... Macar yemekleri ve diğer bir çok Avrupa ülkesinin yemek kültürünü onun sayesinde sofralarda hep yaşadık.
Bir de bizimkiler, (anne-baba) yollarını ayırdıklarında, hayatıma giren "Nevriye Anne" vardı ki yaptıkları ne lezzetli "Muhacır" yemekleriydi. Nevriye Anne de o yıllarda (1958-1963) Mecidiyeköy'de Polis İbrahim'in “Düğün Salonu”ndaki yemekli düğünlere, aldığı siparişler doğrultusunda evinde yemek yapar, yollardı, Bütün bu tanıklıklar oldukça etkilemiştir beni... Fakat en çok, bizim Tyopula, (anneannem!)  yani Makbule Hanım çok  etkiledi, ne yalan söyleyeyim? Ne sevgiydi mübarek, ne yemek sevdasıydı onunkisi! Oturduğumuz ev, Balıkpazarı'na çok yakındı, sabah saatlerinde sebze, öğleden sonra balık, akşamüstü saatlerinde de ekmek almaya giderdi. Pazar esnafıyla kırk yıl haşır neşir olduktan sonra, taze ve iyileri ne zaman alacağı konusunda dostluğa dayalı bir işbirliğiydi onlarınki. Her gün değişik bir ana yemek, taze meze çeşitleri ve yine değişik salata çeşitleri, sonuç olarak da tablo gibi görünen akşam sofraları...
Istanbul’un zengin yemek kültürü bugün gereği gibi yaşatılıyor mu sizce?
Açık sözlü olmak gerekirse, bir kaç yerin dışında bu konuda pek kaygı duyan yok.
Armada Otel “İstanbul Mutfağı” ve “Bahar Sofrası” projesinde işbirliği yapmak için sizi aradığında ne düşündünüz?
Doğrusu çok heyecanlandım. Zaten yemek kültürü açısından çok güvendiğim bir yerdi. Böyle bir projede işbirliği önerisi, yemek kültürümüzün yaşatılması açısından derin, bir o kadar da ferahlatıcı bir nefes aldırdı. Ayrıca onur duydum...
İstanbul'un kozmopolit mutfağında mevsimlerin rolü neydi? Şimdi olduğu gibi 12 ay bulunabiliyor muydu her tür sebze, meyva ve ot? Hatta etler, balıklar? 
Lezzetin sırrı, bu soruda saklı! Doğanın dengesine inanç büyüktü. Toplum olarak bu dengeye saygı duyarak beklenirdi sebzeler meyveler...
Lezzetli bir "karnıyarık" için, mayıs ayının ortalarına kadar patlıcan sabırla beklenirdi. İlkbaharın gelenekselliğini pekiştiren, o meşhur "Kuzu Sarması" için ne özlemler duyulurdu. Kıvamında pişmiş zeytinyağlı lahana dolması ve o minvalde pırasa pişirmek için de sonbahar beklenirdi.
O meşhur, "Ferasetsiz Fasulye" yani, "ayşekadın" için, Uludağ'da karların erimesi,  bu erimeden oluşan suyun, toprağı sulaması, ve güneşin iyice ısıtması beklenirdi. Şimdi  artık nerdeyse yok olan, o meşhur "Beykoz Kalkanı,"  balık olarak  arz-ı endam ederdi sofralarda... Evet şimdi 12 ay boyunca sebzelerin meyvelerin hepsi mevcut, ama sadece mevcut! Tat dediğimiz durum ise maalesef...
Burada değinmeden edemeyeceğim, yine de yaz aylarında, yerel semt pazarlarında “domates gibi domates”ler bulunabiliyor. Sonbahar ıspanağının da lezzeti bir başka oluyor...
​Bahar mevsiminde en çok neler öne çıkar, neler pişirilirdi?
Ön müjdeci yemek olarak, zeytinyağlı, dereotlu  "sakız bakla" pişerdi evlerde. 
  Kuzu sarmasının kendisi bahardı sanki, dereotu, taze nane, maydanoz, taze soğanlar da  hallerinden memnun gibiydiler! -verdikleri lezzetten ötürü öyle düşünürdüm.- Bir de turfanda salatalık çıktığında yapılan cacık, bahar bahar kokardı. "Topatan" diye bir kavun cinsi vardı, kokusu deyim yerindeyse yedi mahalle öteye yayılırdı. Vakti yok gibiydi, bir ay zor durur hemen yok olurdu ortalıktan. Kabak da erkenden gelen, yaz bitene kadar da bizi terk etmeyen sebzemizdi. Kabak dolması ve kabak içinden yapılan o cânım mücver, aynı anda sofraya gelen ikili bahar lezzetlerinden olurdu sofralarda.
Çocuklar olarak, çekirdeğinin olmasına sabrımız kalmazdı "can eriği" için.. dallarda göründüğü anda koparılıp yenirdi.
Oldukça ilginç ve verimli bir floraya sahip olan İstanbul'da, baharın nimetleri iyice ortalığa serilince, kuzukulağı, ballı baba gibi otların canlılığına dayanılamaz, hemen koparılıp yenirdi.  Zavallı midelerimiz; bu ekşi- tatlı karışmasına isyan ederdi bazen. Anneannem, kırlardan bahçelerden topladığı "radika”dan "bol ekşili salata” yapardı. Yine kırlardan toplanmış "ebegümeci" otlarından bol soğanla yapılan “kavurma”yı da mutlaka pişirirdi. Onlarla birlikte, limon sıkıp tuzlayıp yediğimiz "Yedikule Marulu" bir araya gelince, nelere şifa olmuşlardır kim bilir? Ayrıca Bayrampaşa'nın enginarı, Anadoluhisarı'nın patlıcanı, Langa bostanlarının hıyarı - domatesi, Arnavutköy'ün çileği, Mecidiyeköyü'nün dutu, en güzel tatlarıyla bitmeyen baharları yaşatırlardı...
Bir eski İstanbullu ve yemek uzmanı olarak, Armada mutfağını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bizimle işbirliği içinde olmanızda bunun da rolü var mı?
Olmaz mı? İsmi ile müsemma zaten, "Armada İstanbul!"
Kentlerin kraliçesi İstanbul'un kalbi olmuş Tarihi Yarımada'da olması büyük bir şans. Yatay binası ile buranın siluetine ve dokusuna saygıyla yaklaşan bir yapı üstelik. Bu özellikler arasında da İstanbul Mutfağından başka bir mutfak düşlenemiyor zaten. Armada da bu düşü bir kabusa dönüştürmüyor… Burada İstanbul yaşanırken, aynı zamanda damak tadı da ziyadesiyle yaşanıyor.
  Armada ile işbirliği içinde olmak, beni hem onurlandırdı, hem de bazı İstanbul tatlarının yeniden hayat bulması konusunda çok sevindirdi.
İstanbul Bahar Sofrası menümüz için önerdiğiniz “Pırasa Köftesi” ile “Kuzu Sarma”nın tarifini bizimle paylaşır mısınız?
Hay hay!
Kuzu Sarması
Kış günleri geride kaldıkça, doğanın canlanmasının yanı sıra, evlerde de bahar hareketliliği başlardı… Baharın gelmesi, öylesine geçiştirilecek bir durum değildi. Koskoca doğa canlanıyordu, anneanneme göre de biz de kıpırdanmalıydık artık. Sağlığımızla, bereketimizle ve tüm şükran duygularımızla, baş aktörün bu yemek olduğu, o sofra etrafında hep birlikte  toplanmalı ve şölen havasında yaşamalıydık o sofrayı… Süt kuzusunun bağırsağından örülmüş olan, "Kuzu Sarma" dediğimiz bu sakatat; bildiğimiz kokoreçin çapı daha ince olanıdır ve çiğ olarak satılır. Her sakatatçıda bulunmaz, en iyisi Beyoğlu Balıkpazarı’ndaki ciğercilerde bulunur ve Şubat ayının on beşinden itibaren piyasaya çıkar.
Malzeme:
  • 2 adet kuzu sarması
  • 1 demet taze soğan
  • 1 adet kuru soğan
  • 1 demet maydanoz
  • 1 demet dereotu
  • 1 demet taze nane
  • 1 tatlı kaşığı kuru nane
  • 1-2 tatlı kaşığı karabiber
  • 1-2 çay bardağı zeytinyağı
  • Tuz
Yapılışı:
Derince bir kap içinde karbonatlı suda 1-2 saat bekletilen sarmalar iyice yıkanır. Bir kaç yerine bıçağın ucu ile batırıldıktan sonra, iyice haşlanır. Haşlanan sarmalar soğuk suyun içine aktarılır. Haşlama suyu pişirmede kullanılmaz! Kuru soğan salata biçiminde doğranarak yağda 5-6 dakika kadar pişirilir, kuru nane eklenerek bir süre daha karıştırılır. İnce doğranan taze soğanlar eklenerek karıştırmaya devam edilir. Haşlanmış sarmalar eklenir ve üzerine çıkacak miktarda sıcak su ve tuz konulur. Tencerenin kapağı kapatılırak, pişmeye bırakılır. Sarmalar iyice pişince, ince doğranmış taze dereotu ve maydanoz, taze nane ve karabiber konur ve hemen kapak kapatılır. Tencerenin kendi sıcaklığında ,10-15 dakika bekletildikten sonra, yeşillikler kıvama, yemek de servise hazır hale gelmiştir.


Pırasa Köftesi - Malzeme:
  • 1 Kilo pırasa
  • 500 gram dana kıyma
  • 1-2 dilim ekmek içi
  • 1 tatlı kaşığı toz kişniş
  • 1 kahve kaşığı karabiber
  • Yeterince tuz
  • 3 adet yumurta
  • Un
Yapılışı:
Pırasalar yeşil kısımları dahil, iki ya da üç parçaya bölünerek doğranır. Doğranan pırasalar haşlanır. Ekmek içleri ıslatılıp, kıymanın üzerine ufalanır, kişniş, karabiber, tuz ve ince ince doğranmış pırasalar ve bir de yumurta kırılarak hepsi güzelce yoğrulur. Yoğrulan karışımdan köfteler yapılır. Kalan iki adet yumurta iyice çırpılır. Köfteler önce una sonra da iyice çırpılmış yumurtaya bulanarak, bol yağda kızartılır.


Afiyet Olsun
Selam ve sevgi ile,

Sema Temizkan

26 Şubat 2016

"Beyoğlu 1895 - Maria Pansa ile Zamana Yolculuk"

ZAMANA YOLCULUK:
"Beyoğlu 1895 - Maria Pansa ile Zamana Yolculuk"

25 Şubat, 2016, Perşembe günü, 1895'deki Beyoğlu'na bir "Zaman Yolculuğu" yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'a, İtalyan Büyükelçisi olarak 1895 yılında gelen Alberto Pansa'nın eşi Maria Pansa'nın öyküsü etrafında biçimlendirilmiş bu uygulamalı tarih eğitiminde, vaktiyle Osmanlıların, Tepebaşı'nda onlara tahsis ettiği "Casa d'Italia"; İtalyan Büyükelçiliği binasında, büyükelçi ve eşini karşılama töreni canlandırıldı. İTA Okulları öğrencileri de okullarında Maria Pansa'nın yaptığı gibi bir sözlük hazırladı. 
Cecile Franchetti, Dr. Erboy, ITA Okulları

"Bridging Ages" Venedik, (Circolo Roma) Roma Derneği, İtalyan Kültür Merkezi (Casa d'Italia) ve İTA Okulları işbirliğiyle düzenlenen, Armada Otel'in de konaklama sponsoru olduğu "Zaman Yolculuğu - Beyoğlu 1895", o dönemde İtalyan Büyükelçilik binası olarak hizmet veren, şimdi içinde İtalyan Kültür Merkezi, Roma Derneği ve İtalyan Ticaret Odası'nı barındıran Tepebaşı'ndaki binada yapıldı. Venedik'teki Fahri Türk Konsolosluğu'nun ve Ca' Foscari Üniversitesi'nin de desteklediği etkinliğin koordinatörü Cecile Francetti. Amaç, öğrencilere tarih öğretirken Maria Pansa'nın anıları üzerinden 1895 İstanbul'unda Osmanlı yönetiminin yaklaşımı sayesinde çok kültürlülüğün ve Latinlerle iyi ilişkilerin, Osmanlı toplumuna getirdiği olumlu etkileri ve katkıları vurgulamak.
Saat 10.00 - 12.00 arasında ise, İTA Okulları öğrencileri tıpkı Maria Pansa'nın 121 yıl önce, kızlarının da yabancı bir dil öğrenmesi için yaptığı gibi temel kelimelerin yer aldığı resimli bir sözlük hazırladılar.
II. Abdülhamid'in Alberto Pansa'ya armağanı saat

Sultandan Maria ve Alberto Pansa'ya Armağanlar
Maria Pansa, anılarında şöyle yazmış: "İlk karşılamadan başlayarak, davet edildiğimiz her akşam yemeğinde kabul salonuna girmeden önce Sultan'dan bana bir mücevher armağan edilirdi. Bunların arasında (İtalyan Kraliçesi Margherita'nın adından gelen) adım, "papatya" demek olduğundan, yakut, zümrüt ve pırlantadan yaprakları olan kocaman bir papatya dalı biçimindeki broş da var. İstanbul'daki uzun ikametim boyunca Sultan, incili pırlantalı bir gerdanlık, at bindiğim için bir Arap atı, kendisi şerefine dokunmuş çeşitli ipek halılar da armağan etti. Aynı şey Alberto için de geçerliydi. Ona da sigara tabakaları, altın üzerine pırlanta kakmalı, zincirli, emaye bir saat armağan edildi. Hatta bu saati, görevimiz bittiği için biz İstanbul'dan ayrılırken Sultan kendi cebinden çıkarıp, Alberto'ya bizzat vermişti…"
Kaynak: Panizzi Kütüphanesi: 
http://goo.gl/xjPyXo .
Maria Pansa, Büyükelçi'nin eşi...
Editöre Not: "Zaman Yolculuğu" (TimeTravel), uluslararası "Çağlara Köprü" (Bridging Ages- bridgingages.com) kuruluşunun Venedik birimi ile Venedik'teki Ca' Foscari Üniversitesi'nin işbirliği ile geliştirilen yeni bir tarih öğretim yöntemi. Her "yolculuk"ta, seçilen bir tarihi zaman kesidi ve bir olay, bir senaryo çerçevesinde ve dönemin dekor ve kostümleri içinde olayın kahramanları tarafından "canlandırılıyor". Senaryoya katılacak öğrenciler ile bir ön hazırlık yapılıyor. Vurgulanan temel tarihi gerçeklerin doğru anlaşılması ve aktarılması için Senaryo öğrencilere verilirken, bulunulan ortamın seçilen tarihi olayla sıkı sıkıya ilgili olması ve öğrencilerin rollerini dönemin kostümleri içinde olması da çok önemseniyor.

02 Mayıs 2015

“51. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu” ve Sultanahmet Trafiği

SAYIN KONUKLARIMIZIN DİKKATİNE!
BU PAZAR SULTANAHMET’TEKİ TRAFİĞİ DİKKATE ALINIZ!
Dünyanın dört bir tarafından gelen yarışçılar bu hafta sonu, Türkiye’nin en eski ve en itibarlı bisiklet etkinliği için yola çıkıyor… 3 Mayıs, Pazar sabahı saat 10.00’de Sultanahmet Meydanı’ndan başlatılacak nedeniyle Pazar günü bazı yollar trafiğe kapalı olacak…
“Türkiye Bisiklet Turu” ya da “Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu”nun 51 incisi için 150’den fazla ülkeden bisikletçi, Türkiye’de Alanya’dan başlayan 8 etaplı turun İstanbul etabı için yarın (3 Mayıs 2015, Pazar günü) yarışacak. İstanbul etabının çıkış noktası olan Sultanahmet Meydanı’dan tura çıkacak. Bu nedenle Meydan’a çıkan bazı yollar da trafiğe kapatılacak. Pazar günü için programınızı yapmadan önce kapalı yolların listesine Resepsiyon’dan ya da yarışın Internet’teki resmi sitesinden (*) göz atabilirsiniz!
İyi Pazar’lar…
(*) Resmi Site: https://www.tourofturkey.org/2015/TR/etap/8-istanbul-istanbul
Twitter: https://twitter.com/tourofturkey/media

29 Nisan 2015

Bugün Dünya Dans Günü!

Bugün dansın tüm dünyada kutlandığı, kutsandığı gün... 29 Nisan!
Armada ve Dans... Ayrılmaz ikili. Bu vesile ile Armada'da danseden, dansı seven tüm dostlarımızı sevgi ve saygıyla kutluyoruz. Yaşam sevinciniz hiç eksilmesin...

2015 DÜNYA DANS GÜNÜ - UNESCO RESMİ MESAJI:

Alkis Raftis
Bir asır evvel ünlü Rus organizatör Sergey Diaghilev performanslarına katkıda bulunmaları için dönemin en yetenekli ressamlarını ve müzisyenlerini birlikte çalışmaya davet ederek balede bir devrim yaratmıştır. Benim günümüz koreograflarında gördüğüm durum ise diğer sanat dallarını göz ardı ettikleri ve eserlerini diğer alanlardaki eşdeğerleri ile aynı potada eritip sergileme ihtiyacı hissetmedikleri.

     Eminim ki insanlar daha çok sanat dalının dahil olduğu dans performanslarını izlemekten büyük keyif alacaktır ki klasik sanatlardan bahsedecek olursak; resim, heykel, tiyatro, müzik, şiir, mimari sanat dallarının yanı sıra daha modern olarak nitelendirilebilecek fotoğraf, sinema, multimedya, aydınlatma tasarımı, ses tasarımı gibi dallar tüm duyulara hitap etmektedir. Hatta ve hatta daha ileri gidecek olursak beşeri bilimler (tarih, edebiyat, felsefe ve dilbilimi) dahi koreografileri zenginleştirmek için kullanılabilmelidir. Ben şahsen özellikle hikaye anlatımı, dövüş sanatları - ve samimiyetle söyleyebilirim ki - mutfak sanatlarının da dahil olduğu temsillerden büyük keyif alırım.

       Tüm bunlar aslında hiç de yeni sayılmaz. Antik Yunan sempozyumlarından yukarıda saydığımız tüm sanat dalları bir arada sergilenmekteydi. 25 yüzyıl sonra biz de mümkün olan en fazla sayıda sanat dalının aynı performans içinde bir bütün olarak sergilenebileceği fikrine geri dönebiliriz. 

       Bu sene Uluslararası Dans Konseyi (CID) bir kardeş organizasyon ile güçlerini birleştirerek Dünya Dans gününü kutlamaktadır. Uluslararası Sanat Topluluğu (International Association of Art IAA/AIAP), bağımsız bir sivil toplum örgütü olup merkez ofisleri, UNESCO ofisimizin hemen yanında konuşlanmıştır. Sunduğumuz ortak önerimiz ise dansın; resim, çizim, heykel ve/veya görsel sanatlar dalındaki diğer yaratıcı çalışma alanları ile bir arada sunulabilmesidir. 

    IAA/AIAP başkanı Meksikalı Ms. Rosa-Maria Burillo’ya onlarca ülkeden sanatçıları bu konuda harekete geçirdiği ve ortak etkinliklerde, temsillerde, sergilerde, performanslarda, FlashMoblarda ibadet buluşmalarında, terapi seanslarında ve ziyafetlerde (neden olmasın ki?) koreograflar, dansçılar ve dans eğitmeleri ile beraber çalışabilmelerini sağladığı için şükranlarımı sunuyorum.


Alkis Raftis
Uluslararası Dans Konseyi Başkanı
UNESCO, Paris

20 Mart 2015

Şiirin Ölüm-Kalım Savaşı Verdiği Bir Dünya ve 21 Mart Dünya Şiir Günü

Timbuktu'da bir festivalde şiir okuyan çocuklar.
Kaynak: UN Photo/Marco Dormino
UNESCO'nun 21 Mart'ı "Dünya Şiir Günü" ilan etmesinde Türkiye'nin önemli rolü var!
1997 yılında Uluslararası PEN’e böyle bir öneride bulunan, sunum yapan ve kongreye katılan tüm üye ülkelerden onay alan, Türkiye PEN Merkezi imiş. Dostumuz, Türkiye PEN Merkezi Başkanı Zeynep Oral, bunu hatırlatarak, öncülük eden Günseli İnal ve Tarık Günersel'i teşekkürle anıyor. 
O zamandan beri de Türkiye Pen Merkezi’nin sunduğu Şiir Ödülü’nü kazanan şairimiz, o yılın “Şiir Bildirisi”ni kaleme alıyor. Bu yılın PEN Şiir Ödülü’nü kazanan ve Şiir Bildirisi’ni hazırlayan, şair, filozof, bilge insan, Afşar Timuçin. 21 Mart 2015'de Ortaköy Kültür Merkezi'nde yapılacak Ödül Töreni'nde okunacak bildiri şöyle:
Afşar Timuçin

2015 PEN Şiir Ödülü’nü kazanan Afşar Timuçin’in Dünya Şiir Günü Bildirisi

Şiirin ölüm kalım savaşı verdiği bir dünyada yaşıyoruz. Gerici güçler gerçek bilimi gerçek felsefeyi gerçek sanatı boğma yolunda bütün çabalarını ortaya koyarken ince bilge kırılgan şiir gökdelenlerin siyasetlerin çıkarların markaların adaletsizliklerin tankların altında eziliyor. Bir kazanma hırsıyla dünyaya ele geçiren sermaye herkese ileri teknoloji ürünleri pazarlarken şiiri de bütün gerçek değerlerle birlikte yok etmek istiyor. İletişim araçlarının yetkinliğine karşın yanlış bilinç üretmeyi görev bilenler yüzyılların getirdiği değerleri geçersiz kılmaya, parayı tanrı sayan bir uydurma değerler dizgesini yaşama geçirmeye çalışıyor. Evrensel cahillik her gün biraz daha yaygınlaşıyor kurumlaşıyor kökleşiyor saldırganlaşıyor. Hiçbir değer tanımama konusunda kararlı görünen dünya sermaye güçleri bu amaçlarını gerçekleştirme yolunda adım adım ilerlerken demokrat görünen demokrasi düşmanlarından, ahlak değerlerini her şeyin üstünde tutar görünen ahlak düşkünlerinden, devrimciliği kimseye bırakmayan kurulu düzen yardakçılarından alabildiğine destek görüyor.  

Bu yüzden şiire bugün daha çok gereksinimimiz var. Kurtuluşun yalan yanlış tasarılarda, köksüz temelsiz düşlerde, ikiyüzlü ya da çokyüzlü ilişkilerde, basit ve bayağı siyasetlerde olmadığını, güçlünün eline bakmanın onursuzluk olduğunu bilenler dünyanın ancak şiirle, şiiri yaratanlarla ve şiiri özümleyenlerle kurtulabileceğini de biliyor. Şiir bize daha da insan olma yolunda neler yapmamız gerektiğinin öngörüsünü sağlıyor. Şiir bize kim olduğumuzu, insan için ne yapmamız gerektiğini, insana adanmanın nasıl bir şey olduğunu öğretiyor. Şiir kimseyi öldürmüyor, kendi için bir şeyler elde etmek istemiyor, insanlığı üçe dörde beşe bölmeyi düşünmüyor, insana güzelin yüceliğini duyururken aç yatan çocuklar için işsiz babalar için acılı anneler için daha doğru bir dünya kurmaya çalışıyor. Şiir insan olmanın ve insana adanmanın bilincidir. Şiir ışıktır umuttur savaştır inanıştır arayıştır. Şiir ün değildir unvan değildir zenginlik değildir, bir köşeyi tutmak bir yeri ele geçirmek ve orada cahilliğin ve çıkarcılığın saltanatını kurmak değildir. Kendilerini şiire adayanlar, yüce duyguların gerçek savaşçıları, gelin hep birlikte dünyayı şiirle kurtaralım, çünkü bugünkü koşullarda şiirden başka hiçbir şey bize aydınlıkların yolunu açacak gibi görünmüyor.

Kaynak: Türkiye PEN

UNESCO Dünya Şiir Günü sayfası ve Genel Direktör İrina Bokova'nın mesajı için de burayı tıklayınız!

24 Nisan 2014

Kasım Zoto'dan Yeni İçerik: "40 Yıllık Bir Gecikmeden Sonra..."

Kasım Zoto, kişisel blogunda Gürel Yontan ile birlikte çıktığı heyecan verici Hindistan seyahatinde edindiği izlenimleri paylaştı! İlginç fotoğrafların da yer aldığı  "40 Yıllık Bir Gecikmeden Sonra..." başlıklı notları okumak isterseniz buradalar!


29 Ocak 2014

Armada Otel’de “Mega Projeler ve İstanbul Paneli”

12 Şubat 2014, Çarşamba günü Armada Otel, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nün İstanbul için çok önem taşıyan bir konuda düzenlediği bir Panel’e gün boyu ev sahipliği yapacak: “Mega Projeler ve İstanbul”!

Son yıllarda sert ve hızlı bir dönüşüm süreci yaşanan İstanbul’da, bazı büyük projeler hakkında kitle iletişim araçlarında birçok bilgi, görsel paylaşıldığı halde, bu projeleri bir araya getiren, birbirleri ile ilişkilerini gösteren, böylece bunların düşünülmesini ve tartışılmasını sağlayacak bilgi kaynaklarında eksiklik olduğu gerekçesiyle düzenlenen Panel’de, İstanbul gibi önemli bir metropolde etik, sağduyulu, mantıklı, bilimsel görüşler geliştirmek ve kamuoyu ile paylaşılmaya; tehdit altındaki değerler hakkında görüş ve öneriler, daha güçlü olarak dile getirilmeye çalışılacak.

MSGSÜ-Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü tarafından düzenlenen Panel’de kente yapılan müdahaleler ve bu müdahaleler ile kentliler arasındaki ilişkilerin önem kazandığı dönemde, yerel seçimler öncesi “Mega Projeler” ve bu projelerin yarattığı mekânsal, toplumsal ve ekonomik etkiler, sekiz ana başlık altında gündeme getirilip tartışılacak.

“Mega Projeler” üst başlığı altındaki 8 ana konu şöyle: “Doğa Ekoloji”, “Tarih ve Kültür”, “Nüfus-Metropoliten Makroform”, “Toplum ve İnsan”, “Politikalar-Sermaye Aktarımı-Küresel Sermaye”, “Yerel Sermaye-Rant ve TOKİ”, “Sivil Toplum- Saydamlık- Kent Hakkı” ve “Megolamani”. 09.30’dan 17.30’a kadar sürecek iki oturumlu Panel’in Yöneticileri Haydar Karabey ve Ersen Gürsel. Konuşmacılar ise Güzin Konuk, Gülşen Özaydın, İlhan Tekeli, Hürriyet Öğdül, Demet Kap Yücel, Murat Güvenç, Ayfer Bartu Candan, Yaşar Adanalı, Mustafa Sönmez, Cihan U. Baysal, Erbatur Çavuşoğlu. Panel’in sonunda Murat Tülek ve Sevil Şeten, Mega Projelerle ilgili olarak İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin destekçiliğinde hazırlanan web sitesini tanıtacaklar.

Yer: Armada Otel
Tarih: 12 Şubat 2014, Çarşamba, Saat: 09.30-17.30
Danışma Kurulu: Güzin Konuk, Gülşen Özaydın, Fatma Ünsal, Haydar Karabey
Düzenleme Komitesi: MSGSÜ-MF-ŞBPB Ahmetcan Alpan, Çağdaş Saydam, Ömer Aksoyak

Panel Programı ve Konuşmacılar

09.30 - 09.45 Sunuş: Güzin Konuk, Gülşen Özaydın
09.45 - 12.30 Oturum 1, Yönetici: Haydar Karabey

Konuşmacılar ve Temalar
1. Tarih-Kültür: İlhan Tekeli
2. Doğa-Ekoloji: Hürriyet Öğdül, Demet Kap Yücel
3. Nüfus ve Metropoliten Form: Murat Güvenç
4. Toplum-İnsan: Ayfer Bartu Candan

12.30 - 13.30 Öğlen Arası

13.30 - 17.30 Oturum 2, Yönetici: Ersen Gürsel
Konuşmacılar ve Temalar
5. Politikalar-Sermaye Aktarımı-Küresel Sermaye: Yaşar Adanalı
6. Toki-Rant ve Yerel Sermaye: Mustafa Sönmez
7. Sivil Toplum-Saydamlık-Kent Hakkı: Cihan U. Baysal
8. İktidar (ve Megalomani): Erbatur Çavuşoğlu


MEGA-PROJE HAKKINDA

Elbette burada önemli ölçütlerden birisi kamu veya özel sektör kaynaklarından bu projelere ayrılan “BÜTÇE”lerdir. Projeler arasında 29 milyar dolar ile 3. Havalimanı başı çekiyor. Ama özel sektör de bütçe konusunda kamudan geri kalmıyor, örneğin Maslak 1453’ün bütçesi 8,4 milyar dolardır.

Seçim konusunda başat ölçütlerden birisi de elbette projenin “ÇEVRESEL ETKİSİ” olmalıdır. Kuzey ormanlarında süregiden ağaç katliamının nedeni olan 3. Boğaz Köprüsü veya tüm Marmara ekolojisini altüst edecek olan Kanalistanbul kadar olmasa da örneğin bir Avrasya Tünelinin veya belki de bedavaya getirilen Yenikapı dolgu alanının çevresel etkisi de göz önüne alınmalıdır.

Bir diğer önemli ölçüt, projenin kent ve kentli üzerindeki “FİZİKSEL VE TOPLUMSAL ETKİSİDİR”. Örneğin Zeytinburnu’ndaki 16:9 projesi görece küçük bir bütçeye sahip ama bir anda Tarihi İstanbul siluetinde yarattığı görsel “parazit” ile gündeme düşebiliyor. Benzer biçimde bir Sulukule Projesi, bir Tarlabaşı projesi etkilediği, daha açık bir deyiş ile sürgüne gönderdiği toplumsal kesimler ile çok önemli olabiliyor.

Mega-Projelerin seçimi konusunda önem verilen bir dördüncü ölçüt ise, projenin kente vuracağı “damga”nın gücü ile kentli bellekte yaratacağı “TRAVMA” oldu. Gezi Parkında yapılabilecek bir Kışla İhyası, Rumelihisarı içindeki “Osmanlı Mahallesi ve Mescit”, veya Çamlıca Camisi ölçek olarak belki görece küçükler ama arka planlarındaki ideolojik anlam ile bir anda “mega” mertebesine yükselebiliyorlar.

Bilgi için;
Ömer Aksoyak
MSGSÜ MF Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
omeraksoyak@gmail.com